Sayfalar

31 Mart 2010 Çarşamba

KANSERDEN KORUNMAK İÇİN: GALATASARAYI TUTMAYI BIRAKIN

Sevgili Manisalı hemşerilerim,
Yarından itibaren “Kanser Haftası” başlıyor. Bu nedenle erkeklerin ve kadınların en çok korktuğu meme ve prostat kanseri hakkında bilgi vereceğim sizlere. Ayrıca haftaya da yine sık görülen kanserlerden olan akciğer ve kalınbağırsak kanseri hakkında uzmanlarımız sorularımı yanıtlayacak. Bu ve diğer kanserleri daha ayrıntılı olarak ayrıca ele alacağım.
Genel olarak kanseri “terörist” hücreler olarak ele alıyorum. Yaşamda olduğu gibi bir yerde haksızlık, huzursuzluk, gelir dağılım bozukluğu, ekonomik sorunlar varsa o yerde terörizm ve anarşi olur. Ya da bunlar olmamasına rağmen bazen terörist yapıda da insanlar olabilir. Her şeye rağmen huzur bozan. Ancak sizin kolluk kuvvetleriniz sağlamsa onlar bertaraf edilir ve halka olaylar yansımadan geçiştirilir. İşte kanser de aynen böyledir. Bu nedenle sizlere her hafta sağlıklı beslenin ve yaşayın önerisinde bulunuyorum. Yalnız hem vücudunuzu hem de ruhunuzu sağlıklı besleyin! Böylece hücrelerimiz huzurlu bir ortamda yaşarlarsa niye kanserleşsinler. Her şeye rağmen terörist, kanser hücresi olabilir dedik. İşte siz sağlıklı besleniyorsanız sizin kolluk kuvvetleriniz de onları yakalar ve yok eder. Bu döngü vücudumuzda devamlı olagelmektedir.
Kanser konusunda bir diğer önemli uyarı da erken tanı! Artık pek çok kanserde erken tanı ile çok başarılı sonuçlar alınabilmektedir. Seksenli yıllarda benim yengem meme kanserinden ölmüştü. O yıllarda tıp öğrencisi olduğum için yakından biliyorum. Geçen 25 yılda o kadar gelişti ki. Şimdi olsa belki hala yaşıyor olacaktı. Üniversitemizde özellikle meme kanserleriyle ilgilenen Prof.Dr.Teoman Coşkun bize kısa ama değerli bilgiler verdi. Ayrıca bir internet sitesi kurduklarını da bu vesile ile öğrenmiş oldum. Denedim site çalışıyor ve faydalı bilgiler var. Kendisine çok teşekkür ederim.
Bir diğer konuğumda yıllardır birlikte çalışmaktan büyük keyif aldığım, asistanlığımda da hocalığımı yapan sevgili “Murat abim”. Kuruluşundan bu yana kliniğimizde ürolojik kanserlerden birlikte sorumluyuz. Bu haftaki konuğum olarak sizlere prostat kanseri hakkında bilgi veriyor.
Prostat kanseri ile ilgili kesin tanı prostat biyopsisi ile konulmaktadır. Prostat biyopsisi kliniğimizde 10 yıldır yapılmaktadır. Bu konuda da oldukça deneyimliyiz ve sonuçlarımız çok başarılı. Hatta yakın zamanda tüm Ege bölgesi ürologlarına da kurs vermeye başladık. Vaka sayımız 1500’ü geçti. Hiç bir hastamız şiddetli ve dayanılmaz bir ağrı tanımlamadı. Sonuçta bir iğne batmakta ve doğal olarak hafif bir ağrı olması normal. Ama kesinlik çok hafifbir ağrı olduğunu ben değil hastalarımız tanımlıyor. Bu nedenle korkulacak, çekinilecek bir işlem olmadığını hatırlatırım.
Her iki kanserde de erken tanı, hastalıktan tamamen kurtulma şansı demek. Erken tanı için yaş sınırları da birbirine yakın. Demek ki erkeklerde kadınlarda 35 yaşından itibaren sağlık kontrollerini aksatmamalı. Daha öncede söyledim bir sağlık gününüz olsun. Akşam bir hafif yemek sonrası sabah aç karnına bir genel dahiliye veya aile hekimine kontrol olun. Ardından erkekler üroloğa; kadınlarda kadın doğum uzmanına muayene olmalılar. Sağlıklı ve uzun yaşamak mümkün. Yeter ki bedelini ödeyin.
Bu arada hem Manisaspor hem de Fenerbahçe taraftarını ve beni sevindirmeye devam ediyor. Bu arada kanserden korunmak için Galatasaraylılara önerim başka bir takımı desteklemeleri...
Sağlıkta Gündemi okuyun sağlıklı kalın.
CBÜ Tıp Fakültesi Üroloji Uzmanı Prof.Dr.Murat Lekili

Prostat Kanseri Nedir?
Prostat kanseri prostat bezi içindeki hücrelerin büyüyüp kontrol edilemeyen bir şekilde çoğalmasıyla meydana gelen ve erkeklerde en sık görülen kanserdir. Genellikle ileri yaşlarda ortaya çıkmakla birlikte son yıllarda daha genç hastalar da görülebilmektedir. Eğer erken tanı konulursa sağ kalım oranı %100’lere yaklaşmaktadır.

Risk Faktörleri Nelerdir?Özellikle 50 yaş üzerindeki erkekler risk altındadır. Ailede prostat kanseri olan birisinin varlığı riski artırmaktadır. Diyetin oldukça önemli bir risk faktörü olduğu bildirilmektedir. Yüksek yağlı diyet prostat kanseri gelişme riskini artırmaktadır. Buna karşılık meyve ve sebzeden zengin diyet riski azaltmaktadır. Bunlar dışında kanıtlanmış kesin bir risk faktörü yoktur.

Erken Tanı Mümkün müdür?Evet! Hiçbir belirti olmadan bazı inceleme ve testlerle erkenden kanseri tanımak olasıdır. Tarama testleri 50 yaş civarında başlamalıdır. Ancak aile öyküsü gibi risk faktörü söz konusu ise taramaya daha erken, 40 yaştan itibaren başlamak gerekir.
Eskiden beri kullanılagelen en basit inceleme parmakla makattan muayenedir. Herhangi bir büyüme yada sertlik hissedilebilir. Şüphesiz ki kesin tanı koydurucu bir inceleme olmamasına rağmen özellikle belli aralıklarla yapılan bu muayene oluşabilecek değişiklikler bakımından oldukça fikir vericidir. Bu nedenle 50 yaşından itibaren her yıl bu muayenenin yapılarak prostat kanseri erken tanısı için uyanık olunmalıdır. Ayrıca PSA denilen kan testide yapılmaktadır.
Belirtileri Nelerdir?En sık görülen bulgular;
•Ağrılı ve yanmalı idrar yapma
•İdrar yapmada zorluk veya idrara başlamada güçlük
•Sık idrar yapma
•İdrar kesesini boşaltamama hissi
•İdrarda veya semende kan görülmesi
•Kemik ağrıları
Ancak bu bulguların hiçbiri kansere özgü bulgular değildir. Bu bulguların olması hastalığı düşündürür ve ileri incelemelere gerek duyulur hale gelir.

Nasıl tanı konulur?Tanı konulması için prostat biyopsisi yapılmalıdır. Rektal muayene ve PSA testi şüphelendiriyorsa mutlaka prostat bezinden parça alınarak mikroskopik olarak incelenmelidir. Prostat biyopsisi yaklaşık 10 dakika süren, ağrılı olmayan bir işlemdir. Ancak resmi prosedürler için doğal olarak daha fazla süre gerekmektedir. Alınan örneklerin mutlaka deneyimli bir patoloji uzmanı tarafından incelenmesi sonucu tanı konulur.

Tedavi nasıl olmalıdır?Erken evrede cerrahi olarak prostatın çıkarılması en tercih edilen tedavi yöntemidir. Son yıllarda tekniklerde ilerlemeler nedeniyle prostat ameliyatı oldukça etkin olmanın yanında hastanın yaşam kalitesini de en az etkiler hale gelmiştir. Ameliyatın yan etkileri olarak idrar kaçırma ve ameliyat sonrası erkeklik gücünün kaybı sayılabilir, ancak bunların tüm hastalarda olacağı anlamı çıkarılmamalıdır. Özellikle sinir koruyucu yapılırsa ameliyat sonrası cinsel güç korunabilmektedir. Ayrıca ameliyat sonrası cinsel güç için detekleyici bir takım tedavi yöntemlerinin varlığı da unutulmamalıdır.
Cerrahi dışında ışın tedavisi de bir tedavi seçeneği olarak bilinmelidir. Işın tedavisi 40 günlük olup her bir seans 30 dakika olacak şekilde her gün uygulanmaktadır. Işın tedavisinin de ameliyat sonrası olan yan etkilere benzer yan etkileri olabilmektedir. Ek olarak komşu organlar da ışınlandığı için bazen barsak ve idrar kesesine ait yan etkiler de olabilmektedir.
Eğer hastalık yayılmış ise o zaman hormon tedavisi uygulanmaktadır.

Kemoterapinin yeri var mıdır?Kemoterapi prostat kanserinin standart tedavisi kabul edilmez. Anacak çok ileri evrelerde, uzak organlara yayılım olan olgularda özellikle hormon tedavisi sonrası cevap alınamazsa bir seçenek olarak kullanılmaktadır.

NE OLUR MEMEMİ ALMAYIN!

CBÜ Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Teoman COŞKUN
Meme kanseri nedir?
Meme kanseri memenin süt kanallarından köken alan, kadınlarda en sık görülen kötü huylu bir tümördür.

Meme kanserinin diğer kanserlerden farkı nedir?
Öncelikle yavaş ilerleyen bir kanserdir. Bir örnek vermek gerekirse, kanserin büyüyüp 1 cm boyuta ulaşıncaya kadar geçen süre ortalama 5 yıldır. Bu boyuttaki bir tümör erken evre meme kanseri sınıfına girer. Ayrıca meme organ olarak vücudun dışında yerleştiğinden muayene ve ultrason mamografi gibi yöntemlerle kolaylıkla erken dönemde yakalanabilir. Eğer meme kanseri erken safhada saptanırsa meme kaybedilmeden hastalık tamamen tedavi edilebilir.

Meme kanseri ne tür şikayetler yapar?
Meme kanserli hastaların doktora ilettiği en sık şikayet memede sertlik (kitle)dir. Her ne kadar memede ele gelen kitlelerin çok büyük bir kısmı iyi huylu olsa da, memede hissedilen her kitle mutlaka tam bir araştırmadan geçirilmeli ve tanısı konmalıdır. Meme kanseri nadiren ağrı yapar. Bunun dışında meme başında ya da cildinde çekilme, meme başından kanlı akıntı meme kanserinin habercisi olabilir.
Meme kanseri görülme olasılığını arttıran faktörler nelerdir?
Yaş ilerledikçe, özellikle 50 yaşından sonra, meme kanseri görüleme şansı artar. Sadece kadınlarda görülmez. Tüm meme kanserlerinin %1 i erkeklerde görülür. Yani kadın olmak başlı başına bir risk faktörüdür. İlk adet yaşı 12 den önce olanlarda 2 kat fazladır. Yine 55 yaşında menapoza girenlerde 45 yaşında girene göre 2 kat fazladır. Doğurmamışlarda 20 yaşından önce doğurmuşlara göre 2 kat fazladır ve şişmanlarda daha fazladır. Bu faktörler dışında sosyoekonomik düzeyi yüksek olanlarda ve akrabalarında meme kanseri olanlarda risk daha fazladır.
Meme kanserinin erken tanısı nasıl konmaktadır?
Bugün, meme kanseri konusunda belki de en iyi bildiğimiz nokta bu sorunun cevabıdır. Sorunun yanıtı basit, uygulaması kolaydır.
1.40 yaşından sonra her yıl bir genel cerrahi uzmanına muayene ol. Eğer ailede meme kanseri olan varsa kontrollere 35 yaşında itibaren başla.
2.Kendi kendine meme muayenesi yapmayı öğren ve hayat boyu her ay uygula.
3.40 yaşından sonra her yıl mutlaka meme ultrasonu ve mamografisi çektir.

Tedavide mutlaka memenin alınması gerekli midir?
10 yıl önce bu soruya “memenin tamamının alınması ve koltuk altı lenf bezlerinin temizlenmesi” diye yanıt vermekteydik. Bugün ise “tüm memeyi almadan sadece tümörün memeden çıkarılması ve eğer gerekiyorsa koltuk altı bezlerinin temizlenmesi” diye yanıt veriyoruz. Ancak bunu için bayanlarında yapması gereken bir şey var. Özellikle 40 yaş sonrasında düzenli olarak bir cerraha kontrole gitmek! Artık, düzenli kontroller ile memedeki kanser çok küçük boyutlarda yakalanabildiğinden memeden sadece tümörün çıkarılması ve radyoterapi verilmesi ile meme kanserini tedavi etmek mümkün. Küçük tümörlerde koltuk altına yayılım çok nadirdir. Bu nedenle tüm hastalarda koltuk altı lenf bezlerini ameliyatla temizlemek de gerekmemektedir. Koltuk altına tümörün yayılıp yayılmadığı “bekçi lenf düğümü incelemesi” ile anlaşılır. Eğer koltuk altına yayılım var ise bu bölgedeki lenf bezleri ameliyat ile temizlenir.

Meme kanseri ve meme hastalıkları için ayrıntılı bilgi almak isteyenlere önerileriniz?
Celal Bayar Meme Hastalıkları Çalışma Grubunun halkı bilgilendirmek için hazırladığı internet sitesinden (www.memekanserinedir.com) ayrıntılı ve resimli bilgilere ulaşabilirsiniz.

24 Mart 2010 tarihli Sağlıkta Gündem

EDİTÖR: YENİDOĞAN BESLENMESİ

Sevgili Manisalı hemşerilerim,
Hayatın ilk ayı olan yenidoğan dönemi, sağlıklı yaşam koşullarının temelinin atıldığı bir dönemdir. Beslenmenin sağlıklı bir yaşam sürmek için ne kadar önemli olduğunu her zaman vurguluyorum. Bu nedenle bu hafta sizler için yenidoğan beslenmesi hakkında bilgi vermeye çalıştım. Üniversite hastanemizde Yenidoğan servisinden sorumlu Doç.Dr.Nermin Tansuğ ve Moris Şinasi Çocuk Hastanesi uzmanlarımızdan Dr.Serap Nur Ergör sorularımı yanıtladı. Nermin hoca aynı zamanda benim kızımın da doktoruydu. Hala kontrollerini yapmakta. Her iki meslektaşıma da çok teşekkür ediyorum.
Zaman zaman sizlere bu sayfanın çalışma kuralları hakkında bilgi vereceğimi söylemiştim. Öncelikli hedefim sizlere Manisa’da hizmet veren hekimlerimizle birlikte sağlık alanında doğru bilgiler verebilmek. Maalesef toplumda sağlıkla ilgili çok yanlış uygulamalar ve bilgi kirliliği var. Yirmi yıla yakın deneyimim sonucu bunun tamamen bilgi eksikliğine bağlı olduğunu düşünüyorum. Bazı kanser hastalarım bir önerimden hemen sonra “ya doktorum ama şöyle yapmamı söylediler” gibi benim söylediğime karşıt bir şeyler söylüyor. Bunu kim söylüyor diye sorduğumda “kahvede arkadaşlar” veya “komşum” yanıtını alıyorum. Bakın böyle bir şey olması mümkün mü? Ben sadece son 10 yılını tamamen üroloji alanındaki kanserlere ayıran, bu konuda dünyadaki tüm yenilikleri takip eden biri olarak şöyle yapmalısınız diyorum; bunun karşılığında hastam beni değil kahvedeki arkadaşını dinliyor. Bunun sebebini anlayamıyorum. Eğer bilen varsa lütfen düşüncelerinizi aşağıdaki adresime gönderiniz. İşte bu düşüncelerle ben de böyle bir fırsatı kaçırmayıp sizlere doğru bilgi vermeye çalışıyorum bu köşeden. Umarım yararlı oluyordur.
Evet bazen “doktor bey ama bana falanca doktor tam tersini söyledi, biz nasıl bilelim hangisi doğru. Bizim de kafamız karıştı” diyen hastalarımda oluyor. Bu gibi durumların en önemli nedeni maalesef siyasi ve politik nedenlere bağlı ancak sayfamın kuralı gereği ben bunlara girmiyorum. Bizi ilgilendiren kısmı ise kısaca “işi uzmanına verin” ilkesidir. Ayrıca siz sağlığınız için ne yapıyorsunuz önce onu düşünün. Doğru besleniyor musunuz? Uyku saatleriniz düzenli mi? Beyninizi dinlendiriyor musunuz? Zararlı şeylerden uzak duruyor musunuz? Bu listeyi daha da uzatabilirim. Önce siz kendinizin doktoru olmalısınız. Buna rağmen hastalanıyorsanız işte o zaman bizlere başvuracaksınız. Hatta hasta olmadan önce kontrollere gitmelisiniz. Arabanızdan kötü bir ses gelmeye başladığında hemen tamire götürüyorsunuz. Yolda dağılmasını bekliyor musunuz? Benim sizlere tavsiyem şu: arabanızın sağlığına gösterdiğiniz kadar kendi sağlığınıza ilgi gösterin yeter. Çoğu hastam artık son aşamada, her şey bittikten sonra geliyor. Emin olun böyle durumlarda o kadar üzülüyorum ki! Kendi kendime “eh be amca keşke 6 ay önce gelseydin, keşke yılda bir kontrol olsaydın” diyorum; ama nafile.
Öncelikle sağlık kontrollerini aksatmayalım, hepimizin bir “sağlık günü” olmalı. Her yıl o gün akşam hafif bir yemek sonrası aç kalıp, sabah erkenden doktorumuza gidip kontrollerimizi yaptırmalıyız. Ardından hem ruhen hem de bedenen sağlıklı beslenmeliyiz. Nasıl mı? Sağlıkta Gündem’i takip edin yeter.
Bu hafta hem Manisa hem Fenerbahçe hem de Galatasaray beni sevindirdi. Eh üzülme sırası şimdi başkalarında. Hep biz üzülecek değiliz ya. Özellikle Trabzonsporu tebrik ediyorum. Ayrıca bir Fenerbahçeli olarak diğer üç büyüğün şampiyon olmasını tabii ki istemem ama bence bir Anadolu takımının şampiyon olma zamanı geldi artık. Keşke Manisaspor bunu yapabilse.
Gelecek iki hafta üst üste ülkemizde en sık görülen kanserler hakkında bilgi vermeye çalışacağım.
“Sağlıkta Gündem”i okuyun, sağlıklı kalın.

Moris Şinasi Çocuk Hastanesi Uzmanı Dr.Serap Nur ERGÖR: İLK 6 AY MUTLAKA ANNE SÜTÜ

Yenidoğan hangi yaş aralığıdır? Yenidoğan dönemi, doğumdan sonraki ilk 4 hafta olarak tanımlanır.
Yenidoğan beslenmesi ile ilgili karşılaştığınız en önemli sorun hangisi?
Son zamanlarda özellikle sezeryan doğumların giderek artması nedeniyle, annenin ilk günlerde sütünün yeterli miktarda gelememesine bağlı, bebeğin emme ve kilo alma problemlerini sık görüyoruz.

Bu gibi durumlarda ne öneriyorsunuz? Öncelikle; doğum olsun, sezeryan olsun oldukça ağrılı ve zor bir süreçten geçen anneye karşı eş dahil, tüm aile bireylerinin olabildiğince anlayışlı ve yardımcı olmalarını sağlamaya çalışıyoruz. Bu stresli dönemin ardından, sürekli emmek isteyen ve ağlayan bir bebeğe olabildiğince çabuk ve bol miktarda süt vermek isteyen anneler, bunun olmadığını görünce hayal kırıklığına uğruyorlar ve eksiklik duygusu ve eklenen ebeveyn baskısıyla şekerli su, mama gibi yöntemlerle bebeği beslemeye çalışıyorlar. Biz ailelere, özellikle de sezeryan sonrası, bu yaşananların normal olduğunu, doğum yapan birçok annenin başına gelebildiğini, anne sakin olup emzirmeye ısrarla devam ettikçe sütünün artacağını anlatmaya çalışıyoruz. Ağrısı azalan, bebeğin beslenmesi dışında kalan zamanda dinlenmesine izin verilen ve bol bol sıvı gıda tüketen, beslenmesine özen gösteren annelerin sütünün en kısa zamanda artacağını, bu en güzel ilk günleri kabusa çevirmek yerine, zevkini çıkararak, sabırla, mutlulukla geçirmelerini öneriyoruz. Ancak gerçekten sütü gelmeyen ve bebekte sarılık, düşük kan şekeri ya da hızlı kilo kaybı gibi bulgular oluşursa, doktor denetiminde ek beslenme tartışılmalıdır.

Yaz bebeklerinde yeterli anne sütü varsa yine de su verilmeli mi? Genel bilgi, anne sütü alan bebeğe, ek gıda alana kadar su verilmesine gerek olmadığı şeklindedir. Uygun olan annenin bol sıvı gıda tüketmesidir. Ancak, bölgemizin iklim koşulları nedeniyle, özellikle yaz dönemlerinde sıvı kayıpları çok artan bebeklere, yine doktora danışılmak kaydıyla, emme sonrası birkaç çay kaşığı kaynamış soğumuş su desteği verilebilir.

Yenidoğan bebeğe yoğurt veya kefir verilmeli mi? Hayır, yenidoğan bir bebeğe anne sütü dışında mecbur kalmadıkça hiçbir ek gıda verilmemelidir. Verilmek zorunda kalınırsa ilk tercih hazır mamalardır.

İlk ay ek gıda verilmesi hakkında düşünceleriniz? Değil İlk ay, ilk 6 ay mecbur kalınmadıkça, anne sütü dışında ek gıda kesinlikle verilmemeli. Halk arasında çok yaygın olarak yapılan bir yanlış bu. Geceleri ağlayan, sürekli emmek isteyen, anne memesinden ayrılmak istemeyen bebeklerin doymadığını düşünüp hemen ek gıda, özellikle mama başlanması. Oysa yenidoğan bebeğin ağlamasının altında çok farklı nedenler yatabilir, sürekli emme isteği ise bebeğin en doğal reflekslerinden biridir. Bebeğin doyup doymadığı ancak, haftalık ya da aylık kilo alımı veya günlük idrar çıkışının takibiyle anlaşılabilir. Ayda en az 500 gr alan ( haftada 130-150 gr), günde en az 5 adet idrar yapan bebek yeterli süt alıyordur. Yalnız burada bebeğin ilk haftalarda doğum kilosunun yaklaşık %5-10’unu kaybedeceği ve bu kaybı ilk 15 güne kadar telafi edip, 15. gün doğum kilosuna ulaşması gerektiği bilgisi gözden kaçmamalıdır. Bu doğal süreçlerin dışında gelişen problemler için ise mutlaka bir doktor ile görüşülmelidir.

Annenin grip olması durumunda emzirmeye ara verilmeli mi?
Hayır, kesinlikle ara verilmez. Ancak, anne bebeğe solunum yoluyla (nefes alıp vererek) virüsü bulaştırabileceğinden, mutlaka maske takmalı, maskeleri günlük değiştirmeli ve el temizliğine çok dikkat etmelidir. Yenidoğan bebek çok savunmasız olduğundan, bizim için basit bir rahatsızlık olan nezle bile bebeğin çok ciddi solunum yolu hastalıklarına yakalanmasına neden olabilir. Bu konuda tek anne değil, herhangi bir solunum yolu hastalığı olan herkes aynı titizlikle bebeği korumalı, bebeğe mümkün oldukça yaklaşmamalıdır.

CBÜTF Çocuk Hastalıkları ve Yenidoğan Uzmanı Doç.Dr.Nermin TANSUĞ Anne Sütü ve Beslenme Hakkında önemli bilgiler verdi:

Anne sütü hakkında bilgi verebilir misiniz?
Bebeklerin normal büyüme ve gelişmelerini sağlayacak en uygun besin anne sütüdür. Anne sütü, hem bebeğin hem de annenin sağlığı için gereklidir. Anne sütü bebeğin fizyolojik ve psikososyal gereksinimlerini tek başına 6 ay süre ile karşılayan, sadece besin özelliği olmayan, kan gibi canlı bir vasattır. Özellikle doğumdan sonra gelen daha koyu renk ve kıvamda olan ilk ağız sütü, bebeği mikroplardan koruyucu özellikte ve bebeğin ilk aşısıdır. Bu sütün besleyici değeri de daha yüksek olup, az miktarda olmasına rağmen bebeğin ilk günlerdeki gereksinimlerini karşılar.
Anne sütünün bebek ve anne sağlığı açısından sayılamayacak kadar çok yararları vardır. Her bebek için en iyi besin kendi anne sütüdür. Anne sütü bebeğin gereksinimlerine göre değişim gösterebilir. Örneğin erken doğan bebeklerin anne sütü zamanında doğum yapmış annelerin sütlerinden daha farklıdır. Erken doğan bebeklerin gereksinimleri daha fazla olduğu için içerdiği kalori, protein ve mineraler daha fazladır.
Anne sütünün emzirme sırasında bile içeriği farklılaşır. Emzirmenin sonuna doğru içerisindeki yağ oranı arttığından bebek doyarak memeyi bırakır. Bu yüzden anne sütü alan bebekler mama ile beslenenlere göre daha az kilolu olurlar.

Bebekler için ne gibi faydaları var?
Anne sütü ile beslenen bebeklerde ishal, orta kulak, solunum yolu enfeksiyonları, diş çürükleri, alerjik hastalıklar, kabızlık, karın ağrısı daha az görülmekte ve ölüm oranları daha düşük olmaktadır. Anne sütü ile beslenen bebeklerin beyin gelişimleri daha iyidir. Erişkin dönemde de bu bebekler çok kilolu olmamakta ve damar sertliği, şeker hastalığı, kanser daha az görülmektedir.

Anne sütü anne sağlığı için de önemli dediniz!
Evet! Emziren anneler de daha kolay kilo vermekte, meme ve yumurtalık kanserlerine daha az yakalanmaktadır. Aynı zamanda emziren annelerde demir eksikliği anemisi ve osteoporoz az görülmektedir.

Anne sütünü arttıran doğal yollar var mı?
Süt yapımını belirleyen en önemli faktör sık emzirme ve memelerin boşalmasıdır. Annenin bebeğini görmesi, dokunması, sesini duyması yine bu süt salınımının artmasına neden olur. Doğumdan sonra bebeğin çıplak olarak annenin göğsüne konması, bebeğin anne memesini emmesi ile hem anne ve bebek arasında duygusal bağın kurulması sağlanır, hem de sütün gelmesi kolaylaşır. Aynı zamanda bebek ilk ağız sütünü emerek sütten aldığı koruyucu faktörler ile mikroplara karşı korunmuş olur. Bebeğin emmeye başlaması ile yapılan uyarılarla süt yapımı artar. Bebek ne kadar çok emerse bir sonraki emzirmede o kadar fazla süt olur.

Doğru emzirmeyi tarif eder misiniz?
Biberon ile beslenen bebek, sadece biberon emziğini emer. Şekli farklı olduğundan anne memesini tutmak istemez. Bebek anne memesine tutulduğunda bu şekilde emmeye çalışır, memeyi kavrayamaz, anne memesinde çatlaklar oluşur. Çatlakların oluşmaması için bebeğin, anne memesinin koyu renkli kısmını ve altındaki meme dokusunu ağız içine alması gerekir. Bebeğin dili önde alttan memeyi sarmalamalıdır.

Yenidoğan bebekler ne sıklıkta emzirilmeli?
Emzirme bebek istedikçe, gece gündüz sık aralıklarla yapılmalıdır. Yenidoğan bebekler genellikle 8-10 öğün emmek isterler. Öğün sayısı daha sonra giderek azalır. Sık emzirme bol süt gelmesini sağladığı gibi, göğüslerin şişmesini ve acımasını da önler.
Annenin emzirmesi için bebeğin ağlamaya başlaması beklenmez. Anne bebeğin aramasından emmek istediğini anlayabilir. Genellikle anneler, bebekleri ağladığında sütlerinin yetersiz olduğu kuşkusuna kapılırlar. Unutmayalım ki annelerin %99’unun sütleri iki bebeğe yetecek kadar fazladır.

Bebeğin ağlaması aç olduğunu mu gösterir?
Annelerin sütlerinin yetersiz olduğunu düşünmesine bir sebep de bebeklerinin aşırı ağlaması ve huzursuz olmasıdır. Oysa bebekler ilk 3 ayda gaz sancısı nedeniyle sıklıkla ağlarlar. Bu durumda, emzirme sonunda bebeğin yüzü omuza gelecek şekilde dik tutularak sırtına yapılan hafif masajla gaz çıkartmalarına yardım edilebilir. Bebekler büyümenin hızlandığı 3, 6, 8. haftalarda daha sık emmek isterler. Bu dönemlerde bebekler daha çok ağlayarak açlıklarını belli edebilirler.

Peki hangi hastalıklarda emzirmeye ara verilmeli?
Anne sütünün verilemediği durumlar çok nadirdir. Birçok hasta anne bebeğini emzirebilir. Üst solunum yolu enfeksiyonu geçiren anneler ağız ve burunlarını maske ile koruyarak bebeğini emzirebilir. İshal durumlarında da rahatlıkla emzirmeye devam edebilirler. Ancak bulaşı önlemek için el yıkamak önemlidir. Verem tedavisi gören ve balgamında mikrop olmayan, hepatit B ve C enfeksiyonu olan anneler bebeklerini emzirebilir. Psikoz ve ağır depresyondaki annelerin gözlem altında emzirmesi uygundur. Gebelik ve mensturasyon sırasında da emzirebilir.
Hastalıklar sırasında kullanılan birçok ilacın da anne sütüne geçişi çok azdır. Sık olarak kullanılan çoğu antibiyotiklerin ve ağrı kesicilerin bebeğe zararı yoktur. Ancak, hekime danışılmadan ilaç kullanılmaması gerekmektedir.

Çay ve kahve içmeleri sakıncalı mı?
Çay ve kahve fazla alındığında bebeklerde aşırı hareketlilik ve uyku düzeninde bozukluklar görülmektedir. Bitki çaylarından papatya, zencefil, yeşil çay, kuşburnu, ahududu güvenle kullanılabilir. Alkol ve olumsuz etkileri olduğundan emziren annelerin bunları kullanmaması önerilir.
Hipokrat’ın “Yiyeceğiniz ilacınız, ilacınız yiyeceğiniz olsun” sözünü unutmayalım. Bebeğimiz için en uygun besin, aynı zamanda ilacı olan anne sütüdür.

25 Mart 2010 Perşembe

KADINLARDA İDRAR KAÇIRMA HEM KENDİ HEM DE EŞLERİNİN YAŞAM KALİTESİNİ BOZUYOR!


İdrar kaçırma hem erkek hem de kadınlarda oldukça rahatsız edici bir rahatsızlıktır. Kadınlarda daha çok fazla doğuma, menapoza bağlı hormonal değişikliklere bağlı olarak ileri yaşlarda oldukça sık gördüğümüz bir hastalıktır. Hastalarımızla yaptığımız görüşmelerde idrar kaçırmanın sosyal ortamlardan soyutlayan, günlük aktivitelerini engelleyen kısaca yaşam kalitesini bozan bir durum olduğunu biliyoruz. İsveç’te 2009 yılında idrar kaçıran kadınlar ve bunların eşlerinde yapılan bir çalışmada; kadınların sadece günlük yaşamının değil cinsel yaşamlarının da bozulduğu gösterildi. Dr.Margerata ve rakadaşları idrar kaçıran 206 kadınla yaptıkları görüşmelerde kadınların %38’i ve eşlerin %32’si idrar kaçırmanın ilişkilerini ciddi şekilde bozduğunu saptamışlar. Bu oran genç çiftlerde daha yüksek bulunmaktadır. Üniversite hastanemizde kadınlardaki idrar kaçırma ile ilgili her türlü araştırma ve tedavi yapılabilmektedir. Genel idrar kaçırma durumlarında başka bir önemli hastalık yoksa ameliyat 15 dakika sürmekte ve %90’lara varan iyileşme oranları elde edilmektedir. Bu nedenle idrar kaçırması olan tüm kadınlara şikayetleri daha fazla olmadan hemen ameliyat olmalarını öneriyorum.

23 Mart 2010 Salı

17 Şubat 2010 tarihli Sağlıkta Gündem Sayısı: BOY KISALIĞI

EDİTÖR YAZISI: BOY KISALIĞI; BESLENME ANA NEDEN!

Sevgili Manisalı hemşerilerim,
Bu hafta sizlere geçen haftaki konumuzun devamı olan bir konuyu gündeme getirdim. Hep vurguladığım, çabaladığım bir şey var: sağlıklı olmak için sağlıklı beslenmek ve mutlu yaşayabilmek en önemli faktörler. Bu nedenle her yaş grubunda sağlıklı beslenme hakkında bilgi vermeye çalışacağım. Bildiğiniz gibi geçen hafta okul çocuklarında sağlıklı beslenmeyi araştırdık. Uzmanlarımız sağlıksız beslenmenin boy kısalığına yol açabileceğini vurguladılar. Sizlerden de bu yönde sorular gelince bu hafta hemen boy kısalığını araştırdım. Merkez Efendi Devlet Hastanesi, eski adıyla Morris Şinasi, Çocuk Hastalıkları uzmanı Dr.Esra Ütük boy kısalığının ne olduğu, nasıl tanı konulduğu hakkında sorularımı yanıtladı. Üniversitemizde Çocuk Hastalıkları, Endokrinoloji ve Metabolizma Yan dal Uzmanı sayın Prof.Dr.Betül Ersoy ise boy kısalığına nasıl yaklaşıldığı ve tedavi şekilleri hakkında bilgi verdi.
Boy kısalığı sorunu anne karnında başlamaktadır. Yeterli beslenemeyen anne adayları bebeğin de gelişimini olumsuz etkiler. Doğumdan sonra ise bebeğin dengeli beslenmemesi, sevgi ortamında bulunmaması boy kısalığını etkileyen faktörlerdendir. Büyüme hormonlarındaki eksiklik de boy kısalığının en önemli sebebini oluşturur. Ancak tedavi gerektiren yani hastalığa bağlı boy kısalığı sadece %15 düzeyindedir. Bebeğin gelişimi ve boyu doktor tarafından düzenli takip altında olmalıdır. Eskiden sağlık ocağı hemşireleri ve ebeleri çok düzenli bir şekilde çocukların gelişimini kontrol etmekteydiler. Yeni yapılanan aile hekimliği sisteminde nasıl olacak bilmiyorum. Siz en iyisi Sağlıkta Gündemi takip ederek, bu bilgilerle kendi kontrollerinizi yapınız. En ufak bir sorun varsa hemen aile hekiminize başvurunuz. O sizleri en iyi şekilde yönlendirecektir.
Boy kısalığı aslında bir gelişme bozukluğunun en göze çarpan kısmı. Yol açan en önemli neden ise açlık! Hem maddi hem de ruhi açlık, yani sevgisizlik. Bu nedenle sağlıklı bir nesil için çocuklarımızın beslenmesine önem vermeliyiz. Her zaman söylüyorum, mümkün oldukça kutu ve hazır pakette sunulan yiyecek ve içeceklerden uzak durun ve çocuklarınızı da uzak tutunuz. Burada dayanması veya korunması için pakete girmiş, peynir gibi ürünlerden bahsetmiyorum. Gazlı, katkı maddesi içeren içecek ve yiyeceklerden bahsediyorum. Her mevsim hangi meyve ve sebzeler varsa onlardan yenilmeli, mevsim dışı olanlardan kaçınılmalı. Ruhi açlık ise bambaşka bir konu. Geçen hafta Ruh Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Dr.Ahmet bey ile tanıştım. Ne mutlu ki çocuk Psikiyatrisi ile ilgilenen uzmanlarımız var. Onlarında desteği ile çocuklarımızı ruhen nasıl iyi besleyebiliriz konusunu önümüzdeki haftalarda araştıracağım. Bu konudaki sorularınızı bekliyorum. Siz en iyisi mi uzmanlarımızın önerilerini aktarıncaya kadar benim önerilerime kulak verin: çocuklarınızı bol bol sevin, onları birazda olsa şımartın. Büyüklerimizin, ninelerimizin beslediği gibi doğal besinlerle besleyin onları. Böylece hiç olmazsa zarar vermemiş oluruz. Haftaya konumuz ŞAŞILIK!
Sağlıkta Gündemi takip edin sağlıklı kalın.

Moris Şinasi Çocuk Hastanesi Uzmanı Dr.Esra ÜTÜK: Boy Kısalığında Doğru Tanı Koymak Çok Önemli

Boy kısalığı nedir?Boy kısalığı, çocuğun boyunun cinsiyete, yaşa ve ülkelere göre belirlenen standart çizelgelerde normalin %3’ ünün altında olması şeklinde tanımlanır.
Çocukluk çağında boy uzamasında görülen aksamalar çoğu kez önemli bir sağlık sorunu veya önemli bir problemin habercisidir. Boy kısalığı tanımına uymayan, ancak anne-babanın ya da çocuğun daha uzun boy beklentisi nedeniyle boy kısalığından yakınma ile başvurusu sık rastlanan bir durumdur. Bu yüzden boy kısalığına yaklaşımın ilk koşulu boy kısalığını doğru bir biçimde tanımlamaktır.

Boy kısalığının nedenleri ve yol açan faktörler nelerdir?
Büyüme, doğum öncesi ve sonrası pek çok iç ve dış faktörlerin etkisindedir. Buna göre; boy kısalığını tedavi gerektiren ve gerektirmeyen olarak ayırmak mümkün. Tedavi gerektirmeyen kısalıklarda neden genellikle ailesel veya yapısaldır. Kısa ebeveynli bir aileden doğan ve ortalamadan daha kısa olması beklenen çocuklar ailesel boy kısalığı olarak kabul edilebilir. Yapısal boy kısalığı da normal bir büyüme türüdür. Fizyolojik gelişimde gecikme vardır ve hastalık değildir. Genellikle ailede çocukluk dönemi sırasında ergenlik veya büyüme gecikmesi olan (geç adet olan anne ya da sakalları geç çıkan baba veya 20’ li yaşlarda boyu uzayan baba gibi) ancak sonuçta oldukça normale yakın bir boya ulaşan aile bireyi öyküsü vardır. Sebebi belirlenemeyen (idiyopatik) dediğimiz boy kısalığı da olabilir. Bunlarda da neden bulunamadığı için tedavi uygulanmaz.

Bu durumda tedavi edilebilen boy kısalığı var mı?
Hormonal bozuklar, iskelet hastalıkları, beslenme bozuklukları, kronik hastalıklar, kısa boy sendromları ve psikososyal nedenlere bağlı gelişen boy kısalıkları tedavi edilebilmektedir.

Bu nedenlerden ülkemizde en çok görülenleri hangileridir?
Yapısal veya ailevi kısalık toplumumuzda en sık görülen boy kısalığı nedenidir. Bunu beslenme bozukluğuna bağlı görülen gelişme geriliği izler. Sağlıklı büyümenin ilk koşulu sağlıklı beslenmektir.

Boy kısalığının toplumda görülme sıklığı nedir?
Boy kısalığı toplumda %3-15 oranında görülür. Bunların %80-85’i normal kısa boyluluk olarak değerlendirilir. Patolojik, yani tedavi ihtiyacı olan grup ise %15-20’dir.

Boy kısalığına yol açan psikososyal nedenleri anlatabilir misiniz?
Çevresel psikolojik koşulların iyi olmadığı durumlarda çocuklarda büyüme duraklar. Evde üvey anne ya da baba olması, ebeveynlerde madde bağımlılığı veya psikolojik sorunların olması gibi durumlarda çocuklarda büyümede yavaşlama görülür. Bu çocuklar daha süt çocukluğu dönemindeyken hırçın ve iştahsızdır, kilo almaları yetersizdir. İki yaşından sonra da boy uzamasında duraklama ön plana çıkar. Aşırı su içme, pis yerlerden su içme, yiyecek aşırma gibi davranış bozuklukları görülebilir. Genellikle beslenmesinde de hatalar olan bu çocukların bulundukları ortamda beslenmeleri düzeltilse bile büyümedeki bozukluğun düzeltilemediği, buna karşın ortam değişikliği ile gelişmede düzelme sağlandığı görülmüştür.

Ortalama boyu hesaplamak için basit bir formül verebilir misiniz?
Ortalama boyu hesaplarken her toplumun kendi standartlarına göre kadın ve erkek boyu arasındaki fark göz önüne alınmalıdır. Bu fark Türk Toplumu için 13 cm’ dir. Ortalama boy; kız çocuklar için (Baba boyu-13cm)+ Anne boyu / 2, erkek çocuklar için (Anne boyu + 13cm) + Baba boyu / 2 formülleriyle hesaplanır.

TEDAVİ GEREKTİREN BOY KISALIKLARI




















1.Hormonal Bozuklar
Tiroid (Guatr) hormonu eksikliği
Büyüme hormonu eksikliği
Raşitizm (Kemik erimesi)
Diyabet (Şeker) Hastalığı

2.İskelet Hastalıkları

3.Beslenme Bozuklukları
Demir eksikliği
Çinko eksikliği
Kanser kaşeksisi (zayıflığı)
Protein-enerji malnütrisyonu(ishale yol açan hastalıklar)

4.Kronik hastalıklar (Kalp ve dolaşım sistemi, karaciğer, böbrek, sindirim sistemi, solunum sistemi, metabolizma hastalıkları)

5.Kısa Boy Sendromları (Turner, Noonan, Trizomi 13,18,21)

6.Psikososyal Nedenler-Sevgisizlik


Prof. Dr. Betül Ersoy: BOY KISALIĞI ÇOCUĞUN SAĞLIĞININ BOZULDUĞUNU GÖSTERİR

Boy kısalığını nasıl değerlendiriyoruz?

Öncelikle boy, çocuğun büyümesini gösteren bir parametredir. Çocuğun normal büyümesi, yani çocuğun boyunun normal sınırlar içerisinde olması çocuğun fiziksel ve ruhsal sağlığının iyi olduğunun en önemli göstergelerinden biridir. Büyümenin en iyi şekilde değerlendirilebilmesi için çocuğun doğumdan itibaren boy ve kilosunun düzenli olarak izlenmesi gerekir. Ölçülen bu değerlerin persantil eğrileri denilen çizelgede değerlendirilmesi gerekir. Boy uzaması ve büyüme, dinamik ve değişken bir süreç olduğu için belirli zaman aralıkları ile takip edip değerlendirmeyi buna göre yapmak gerekir. Burada Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı ve Aile Hekimlerine önemli işler düşmektedir. Çünkü, büyümede duraklama olması, yani boyun yaşına göre gereken düzeylerde uzamaması çocuğun sağlığının bozulduğunu gösterir. Bu bozulma sadece hormon hastalıklarına bağlı olmayabilir. Öncelikle bu tip hastalıkları dışladıktan sonra hormon hastalıklarına bağlı olup olmadığını araştırmak gerekir.

Çocuğun gelecekteki boyu, doğum kilosu ve boyundan etkileniyor mu?
Doğum kilosu ve boyu çocuğun boyunu özellikle erişkin boyunu belirleyen önemli bir faktör değildir. Yapılan çalışmalarda çocuğun iki yaşındaki boyu ile erişkin boyunun ilişkili olduğu saptanmıştır. Başka bir deyişle çocuğun erişkin boyu iki yaşındaki boyunun iki katı olarak düşünülmektedir. Bu durum iki yaşından sonra büyüyene kadar her şeyin düzgün gitmesi ile ortaya çıkacaktır. Araya giren bir hastalık bu ilişkiyi bozabilmektedir.
Doğum kilosu ve boyu hamilelik haftasına göre düşük kilo ve boyda doğan bebekler için önemlidir. Örneğin 39 haftada doğan, normalde 50 cm ve 3,5 kg olması gereken bir bebek, daha kısa boylu ve 2.5 kg ağırlığında doğarsa ileride büyük sorunlar yaşayabilir. Bu çocukların bir kısmı iki yaşına kadar hızla büyüyerek yaşıtlarının boyuna ulaşırlar. Ancak bu dönemde şişmanlayarak daha sonraki yaşlarda metabolik sendrom adı verilen bir bozukluk için aday bir birey haline gelirler. Bir kısmı ise hızla büyüyemez ve yaşıtlarının boyuna ulaşamayıp kısa boylu çocuklar olurlar.
Hamilelikte annenin sigara ve alkol alması çocuğun boyunu etkiliyor mu?
Özellikle sigara kullanımı çocuğun anne karnında büyümesini etkiliyor ve biraz önce bahsettiğim hamilelik haftasına göre küçük doğan bebeklerin ortaya çıkmasına neden oluyor.
Hamilelikte alkol kullanımının etkisi alınan alkolün miktarına bağlı olarak değişmektedir. Az miktarda ve zaman zaman alınan alkol etkili olmamaktadır. Çok miktarda alınan alkol sadece çocuğun küçük doğmasına değil, çocukta pek çok doğumsal bozukluğun ortaya çıkmasına neden olur.

Tedavi ile boy 'uzatılabiliyor' mu?
Boy kısalığı ile gelen bir çocukta tedavi başlamak için bazı tanısal şartların olması gereklidir. Yani “bu çocuk kısa boylu, hemen hormon tedavisi başlayalım, boyunu uzatalım” diye bir şey söz konusu değildir. Çocuğun boyunu uzatmanın en etkili şekli büyüme hormonu tedavisi kullanmaktır. Biz öncelikle hormon hastalığı dışında bir hastalık saptamıyorsak çocuğun büyüme hızını izleriz. Daha önce belirttiğim gibi boy uzaması daha önceden bir hekim tarafından izleniyorsa bizim için büyük kolaylık. Ancak böyle hasta bulamıyoruz desem yanlış söylemiş olmam. Çocuğun yaşı küçük ise ve ergenlik belirtileri yoksa en az bir yıl, yaşı büyük ve ergenlik başlamışsa altı ay çocuğu izleyip, büyüme hızı yetersiz ise büyüme hormonu uyarı testleri yapıyoruz. Değerlendirme için en az 2 test yapmak zorundayız. Ancak bu testler sonucu büyüme hormonu tedavisi başlarız.

Tedaviyle ne kadar uzama sağlanıyor?
Tedaviye ne kadar erken başlanırsa o kadar çok uzama elde edebiliyoruz. Beş yaşından önce tedaviye başlamıyoruz. Bazı çocuklarda büyüme hormonu eksikliği bellidir ve tedaviye doğumdan itibaren başlarız. Bu hastaların doğumdan sonraki belirtileri boy kısalığı değil, uzun süren açlıkla kan şekeri düşüklüğüdür.
Büyüme hormonu pahalı bir ilaçtır ve tedavisi uzun sürer. Bunun değerinin bilinmesi gerekiyor. Tedavi sonucu kızları 165 cm, erkekleri 175 cm’e kadar uzatabiliyoruz. Ancak devlet erkekler 165 cm, kızlar 155 cm’e ulaşınca tedavi giderini ödemiyor.

Spor yapmak etkili mi?
Spor yapmak boy uzatıcı olarak herkes için etkili, büyüme hormonu tedavisi alanlarda da etkili. Çünkü yapılan spor, herkeste büyüme hormonu salgısını arttırıyor. Çocuklarda boyu uzatıyor. Büyüklerde başka etkileri de var. Büyüme hormonu yağları yıkan bir hormondur, zayıflatır. Kemik kütlesinin gelişimine katkıda bulunur. Cildin yapısındaki kollajeni arttırarak yaşlanmayı önleyici etkiye sahiptir.

Türkiye'de ortalama kadın ve erkek boyu ne kadar?
Türkiyede ortalama erkek boyu 172 cm, ortalama kadın boyu 160 cm civarındadır. Yeni nesil daha uzun gibi görünmesine karşın ortalama boyda çok fazla bir değişiklik görülmemektedir.

Çocuklar yılda kaç cm uzarlar? Boyları tahmin edilebilir mi?
Çocukların uzamaları yaşlarına göre değerlendirilmelidir. Çocuğu değerlendirmenin en iyi yolu başlangıçta da söylediğim gibi bazı standartlar ve eğriler kullanarak değerlendirmektir. Ancak 4 yaşından önce yılda 7 cm’den az, 4-6 yaş arası 6 cm’den az, altı yaş-ergenlik arası yılda 4.5 cm’den az büyüyorsa yetersiz büyüme olarak kabul edilmelidir. Tahmini erişkin boy kemik yaşına göre hesaplanabilir. Ancak bunlar bazı matematiksel formüllere göre hesaplanmaktadır. İnsan matematik değildir. Çok doğru olması mümkün değildir.

19 Mart 2010 Cuma

GÖĞÜS CERRAHİSİ

27 Ocak 2010 Tarihli Sağlıkta Gündem Editör Yazısı

"Göğüs Cerrahisi"

Sevgili Manisalı hemşerilerim,
Sizlerden gelen tepkiler ve istekler çalışma azmimizi bir kat daha arttırıyor. Sizlerden gelen talepleri ve konuları belirli bir sıra ile mutlaka işleyeceğim. Bu hafta “Sağlıkta Gündem”in çalışma sistemi hakkında sizlere bilgi vermek istiyorum.
Gazetemiz yöneticileri tarafından böyle bir sayfanın yapılması teklifi geldiğinde, hemen neler yapabiliriz diye düşündüm. İlk önceliğim şu oldu: Sağlık konusunda uzmanından doğru bilgi vermek! Doğru bilgi vermenin yolu da soruları doğru kişilere yani o konunun uzmanına sormaktan geçer. Bu nedenle her hafta sizlere belirlediğim bir sıraya göre farklı konularda bilgi vermeye çalışıyorum. Yararlandığınızı umuyorum. Bu nedenle de çok geç olmaması şartıyla, işlememi istediğiniz konuları araya alacağım. Ancak lütfen sabırlı olunuz…
İkinci kuralımız ise şuydu: Her konuda önceliğimiz Manisa’da çalışan, burada yaşayan kısaca aynı havayı soluduğumuz uzmanlarımızla görüşmek, onların görüşlerini almak!
Mademki Manisamız büyüyor, gelişiyor… Öyleyse sağlık alanında da biz bize yeter hale gelmeliyiz. Hem Üniversitemiz hem de devlet hastanelerimiz hızla gelişiyor, yenileniyor. Gönlüme sorarsanız sağlık alanında buradan başka yere, hele İzmir’e hiç hasta gönderilmemesi. Hatta, bilakis oralardan buraya hasta çekilmesi. İnşallah o günler de gelecek.
Üçüncü kuralımız ise şuydu: Bu sayfada özel olarak hiç kimsenin, hiç bir kamu veya özel kuruluşunun reklamı, tanıtımı yapılmayacak! Hepimiz birbirimizi tanıyacağız. Diyaloglar her zaman desteği, o da başarıyı arttırmakta. Her hafta sizlere sağlık alanında hizmet veren, konusunda deneyimli, yıllarını mesleğine adayan meslektaşlarımı tanıtmaya çalışıyorum. Bu nedenle özel sağlık kuruluşlarında çalışan hekimlerimize şimdilik yer veremiyoruz sayfamızda. Ancak eğer kamu kuruluşlarında yapılamayan bir sağlık uygulaması varsa tabii ki onu mutlaka sayfamıza davet edeceğiz.
Zaman zaman bu konularda sizlere bilgi vereceğim bu sütundan; ama şimdilik bu kadar. Bu haftaki teşekkürüm gazetemizin yöneticilerine. Bu sayfada A’dan Z’ye, tamamen demokratik ve özgür bir çalışma ortamı sağladıkları ve kurallarımızın oluşmasında hemfikir oldukları için.

Tıp alanında bazen biz hekimlerin bile “bu hasta hangi uzmana başvurmalı?” sorusunu yanıtlayamadığımız durumlarla karşılaşırız. İşte “Göğüs Cerrahisi” branşı da biraz öyle gibi. Bu nedenle her üç sağlık kuruluşunda bu konuda hizmet veren hekimlerimizi ve çalıştıkları alanı anlatmaya çalıştım bu hafta sizlere.
Haftaya sigara konusunu ve Manisa’da hizmet veren “sigarayı bırakma” poliklinikleri hakkında bilgi vereceğim. Gerçek şu ki daha sağlıklı, daha gelişmiş ve başarılı bir toplum olmak istiyorsak sigarayı bırakmalıyız. Önümüzdeki hafta çok ilginizi çekecek bilgiler bulacaksınız. Ama diyelim ki bırakamıyorsunuz. Hah işte o zaman “göğüs cerrahları” devreye giriyor. Eğer mümkünse akciğer kanserini ameliyat ederek sizleri kurtarmaya çalışıyorlar, eğer yapabilirlerse tabii…
Veya bir darp, kaza sonucu akciğer küçülmesi oluyor. Bazen de kist hastalıkları olabiliyor, kedi köpeklerden geçen. Sonuçta en kötü, en acil durumda bizlere yardımcı olan, her türlü akciğer ve göğüs içi ameliyatlarını yapan bir uzmanlık alanı “göğüs cerrahisi”. Tüm uzmanlarımıza çok teşekkür ederiz.
Sağlıkta Gündem’i okuyun, sağlıklı kalın. Hepimize sağlıklı bir hafta dilerim.

GÖĞÜS CERRAHİSİ

Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Uzmanı Yrd.Doç.Dr.Sadık Yaldız branşını anlattı:

Göğüs Cerrahisi en çok hangi hastalıklarla ilgileniyor?
Göğüs Cerrahisi; göğüs kafesimizin ve içerisindeki organlarımızın (kalp hariç), ameliyat gerektiren tüm hastalıkları ile ilgileniyor. Kısaca söylemek gerekirse akciğerler, yemek borusu, soluk borusu, diyafram, bu organlar arasında kalan mediasten dediğimiz bölgede kalan tüm dokular, göğüs kafesi hastalıkları ve bunların tüm yaralanmaları, Göğüs Cerrahisi’nin alanına girmektedir. Hastalık olarak söyleyecek olursak en çok akciğer kanseri, akciğerin kistik hastalıkları, akciğerlerin bütünlüğünün bozulması sonucu göğüs kafesi içerisine hava toplanması anlamına gelen pnömotoraks ve trafik kazaları, kesici delici alet yaralanmalarına müdahale olarak sayabiliriz.

Bildiğim kadarıyla akciğer kanser tanısı genellikle Göğüs Hastalıkları uzmanı tarafından konuluyor. Hastaları size onlar mı sevk ediyor?
Evet…
Akciğer hastalıklarındaki bulgular genellikle; öksürük, balgam çıkarma, balgamdan kan gelmesi ve göğüs ağrısı olduğundan, bu bulguları olan hastalar “Çok öksürüyor ve balgam çıkarıyorum. Bugün balgamda da hafif bir pembelik hissettim. Ben en iyisi Üniversite’mizin “Göğüs Cerrahisi Polikliniği” ne bir muayene olayım” demiyor. Haklı olarak Göğüs Hastalıkları’na başvuruyor. Bu sadece akciğer kanseri hastaları için geçerli değil tabi ki. Tüm hastalarımızın bulguları, aşağı yukarı benzer olduğundan, Göğüs Cerrahisi polikliniği, Göğüs hastalıkları polikliniği ile konsültasyon şeklinde çalışıyor. Tabi ki bu durum sadece ülkemizle ilgili değil. Tüm dünyada da bu şekilde bir uygulama mevcut.

Polikliniğinize kabul ettiğiniz başka hastalıklar var mı?
Akciğer kanserleri dışında, kedi, köpek, koyun gibi hayvansal parazitlerle oluşan akciğer kistleri de özellikle Göğüs Cerrahisinin ameliyatları arasında sayılmaktadır. Bunların dışında mediasten dediğimiz göğüs boşluklarının içerisinde yer alan dokulardan kaynaklanan, tüm iyi veya kötü huylu urların tedavisi, akciğer zarlarından kaynaklanan ve mezotelyoma olarak adlandırılan hastalıkların erken evre tedavileri, trakea dediğimiz soluk borusunu ilgilendiren iyi ve kötü huylu hastalıklar, ayrıca yemek borusu tümörlerinin erken evredeki tedavileri de göğüs ameliyatları yapılarak düzelebilen rahatsızlıklar arasındadır. Bunların dışında kalan durumlar da var tabi. Çocukluktan itibaren sürekli akciğer infeksiyonları geçiren kişilerde gelişebilen ve akciğer içerisindeki nefes yollarının (bronşların) artık tedavisi olmayan şekilde kese halini alması ve sürekli iltihap kaynağı olması durumunu anlatan bronşektazi dediğimiz hastalıkda; ayrıca “çok ilaca dirençli” dediğimiz ve bir türlü tedavisi yapılamayan verem olgularında, hasta bölgelerin ameliyat ile çıkarılması, bu hastalıkların tedavisini sağlayabilmektedir. Son olarak da şunu söylemek isterim. Halkımızın da çok iyi bildiği gibi anadan doğma göğüs çöküklüklerinde (pectus excavatum) de ameliyat ile son derece iyi sonuçlar alınabilmektedir.

Polikliniğinizin çalışma günleri ve saatleri nedir?
Polikliniğimiz, her gün, mesai saatleri içerisinde, CBÜ Hastanesi’nin girişinde bulunan Kalp ve Damar Merkezi’nin (D Blok) içerisindeki “Kalp Damar Cerrahisi Polikliniği” ile ortak mekanı kullanarak sürdürülmektedir...

AKCİĞER KİSTİ - KİST HİDATİK

Merkez Efendi Devlet Hastanesi Göğüs Cerrahisi Uzmanı Dr.Ali Akpınar konuğumdu:

Akciğeri tutan Kist hastalığının (Hidatik) bulguları nelerdir?
Kist Hidatik, köpek, kedi, kurt gibi ana konak olarak adlandırdığımız hayvanlardan bulaşan paraziter bir hastalıktır. Ara konak olan insan ve koyun, keçi gibi evcil hayvanlarda görülür. En sık karaciğerde yerleşir. İkinci sıklıkta akciğerleri tutar. Ülkemizde sık olarak görülmektedir. Başlangıç aşamasında bulgular çok geneldir. Öksürük, balgam, göğüs ağrısı, hafif ateş, deri döküntüleri görülebilir. İleri aşamada ise kistin bronşlara açılması sonucunda şiddetli öksürük ve bunu takip eden tuzlu sıvı balgam ve soğan zarına benzer bir madde (membran) çıkarılması bu hastalık için tipiktir.

Bu şikayetleri olan hastalara önerileriniz nedir?
Başlangıç aşaması için saydığım belirtiler oldukça genel belirtilerdir. Bunlar sıradan bir üst solunum yolları enfeksiyonunda rastlanacak bulgulardır. Ancak günümüzde tanı araçları yaygınlaşmıştır. Bu yüzden konuyla ilgili olarak Göğüs hastalıkları veya Göğüs cerrahisi uzmanına başvurdukları takdirde, muayene sonucunda Kist hidatik düşünülen hastalarda, kan tetkikleri, balgam tetkikleri ve akciğer grafileri istenir. Bunların sonucunda gerek duyulursa Akciğer tomografisi de çektirilerek tanı kesinleştirilir.

Akciğer Kist Hidatiğinin tedavisi mümkün mü?
Mümkündür. Başlangıç aşamasında olan küçük ve ince cidarlı kistlerde ilaç tedavisi verilmektedir. Ancak bu sadece hastalığı kısıtlamak ve ilerlemesini durdurmaya yarar. Kesin tedavi cerrahidir. Özellikle büyümüş ve bronşa açılmış kistlerin hemen ameliyat edilmesi gerekir.

Ameliyatı kolay mı?
Kist Hidatik ameliyatları kolay değildir. Göğüs kafesinin açılarak akciğerdeki kistik bölgenin daha fazla yayılmayacak şekilde alınması gerekir. Ancak ülkemizde bu konudaki deneyimin fazla olması ve anestezi alanındaki gelişmeler giderek işimizi daha da kolaylaştırmaktadır.

Ameliyat sonrası yatış süreleri?
Ortalama 7-10 gündür. Yalnız bu süre yine de hastalığın aşamasına göre değişkenlik göstermektedir.

Ameliyat sonrası hasta için en önemli sıkıntılı durum/durumlar nelerdir?
Göğüs ameliyatları sonunda hastalara mutlaka göğüs tüpü takılır. Bu işlem hem göğüs içi negatif basıncın sağlanması, hem de akciğerin iyileşmesi içindir. Ortalama 3-5 gün bu tüplerin varlığı ve bu süre içerisinde devamlı solunum egzersizleri yapılması hastalar için en sıkıntılı durumdur. Ayrıca hastalar ağrıdan da sık yakınmaktadır. Bu konuda güçlü ağrı kesiciler ile şikayetler giderek azalmaktadır.

Polikliniğinizin çalışma günleri ve saatleri nedir?Merkez Efendi Devlet Hastanesi ek poliklinik binası 2. katta hafta içi her gün mesai saatleri içerisinde polikliniğimiz açıktır.

PNÖMOTORAKS (AKCİĞER SÖNMESİ)

Manisa Devlet Hastanesi Göğüs Cerrahisi Uzmanı Dr.Levent Kılınçer sorularımızı yanıtladı:

Pnömotoraks (Akciğerin sönmesi) nedir?
Göğüs boşluğunun sağ ve sol tarafında yer alan akciğerler, biri göğüs duvarının iç yüzeyini örten diğeri ise akciğerlerin dış yüzeyini kaplayan çok ince 2 kılıfla sarılıdır. Akciğer zarı ya da plevra adı verilen bu 2 kılıf arasında normalde hava bulunmaz ve bu alandaki basınç negatif değerlerdedir. Akciğer dokusu normalde aynı bir balon gibi büzülme ve sönme eğiliminde olmasına rağmen plevra boşluğundaki bu negatif basınç sayesinde şişkin kalmakta ve nefes alma sırasında solunum kasları ile göğüs boşluğu daha fazla genişletildiğinde içeriye bir miktar hava girmekte, nefes verme ile alınan hava dışarı atılmaktadır. Ancak en zorlu nefes verme sonunda bile akciğerlerde belirli bir miktar hava daima kalmaktadır yani akciğer tamamen sönmemektedir. Akciğeri çevreleyen ve aslında gerçek bir boşluk olmayan bu sanal boşlukta çok az miktarda kaygan bir sıvı bulunur ve bu sayede soluk alıp verme esnasında akciğerler hareket edebilir. İşte akciğerin bu iki zarı arasında normalde olmaması gereken havanın birikmesi olayına pnömotoraks diyoruz.

En çok yol açan nedenler nelerdir?
Kesin sebebi bilinmemekle birlikte akciğerin üst kısmında bül veya blep denen, genellikle doğuştan olan hava keseciklerinin patlaması sonucu olur. Ayrıca travma sonucu kaburganın kırılıp akciğere batması sonucu veya kesici-delici aletin göğüse sokulması veya ateşli silahın göğse isabet etmesi yada barotravma gibi basınç değişiklikleri (dalgıçlık vb gibi) ile veya göğüse yapılan tıbbi girişimler sırasında da olabilir.

Demek ki acil bir durum. Hastalar ne tür bulgular olduğunda sağlık kuruluşuna başvurmalıdır?
Evet acil bir durum. En sık görülen spontan pnömotoraks hastalığı, genellikle uzun boylu genç erkek hastalarda ani sırt ağrısı ile başlar, şahıs sırtına aniden" bıçak saplanır" gibi bir ağrı girdiğini belirtir ve nefes darlığıda olabilir. Bu ağrı şahsı mutlaka hastaneye getirir. Diğer akciğer genelde sağlam olduğu için bazen hafif göğüs ağrısı ve öksürük olur. Bazen de hiç semptomsuz çekilen akciğer grafisinde saptanabilir.

Nasıl tedavi ediyorsunuz?
Hafif pnömotoraks %10’dan az ise, hasta genç ise yatak istirahati oksijen tedavisi ile akciğer 1mm günde yukarı çıkar.
Torasentez denilen göğüse iğne sokup havayı alma denenebilir. Eğer pnömotoraks artarsa veya %10 dan fazlaysa genellikle KSAD ameliyatı ( kapalı su altı drenajı) yapılır. Bu ameliyatta göğüs boşluğunun 2. ile 7. Kaburgalarının arasından uyuşturarak akciğer ile göğüs duvarının içyüzü arasına göğse zarar vermeyen bir tüp (toraks tüpü) konmakta ve kapalı su altı sistemine bağlanmaktadır. 5-7 gün içinde akciğer eski haline dönünce tüp çıkarılır. Eğer hava 10 günde kesilmezse veya nüks olursa torakotomi ameliyatına alınır. Bu hastalık korkulacak bir hastalık değildir cerrahi tedavi ile kesin şifa mümkündür.

Polikliniğinizin çalışma günleri ve saatleri nedir?
Hafta içi her gün 9.00-16.00 saatleri arasında Manisa Devlet Hastanesinde göğüs cerrahisi hastalarına poliklinik hizmeti verilmektedir. Ayrıca acil servisimiz 24 saat açıktır ve acil göğüs cerrahisi hastalarına icap usulü 2 operatör doktor ile hizmet vermekteyiz

YAŞLANMAK YÜZÜNDEKİ ÇİZGİLERİ SEVMEKTİR

18 Mart 2010 Perşembe

Yaşlılar Haftası: Onlar Sadece Sevgi İstiyor

“Bir milletin yaşlı vatandaşlarına ve emeklilerine karşı tutumu; o milletin yaşama kudretinin en önemli kıstasıdır. Geçmişte çok güçlüyken, tüm gücüyle çalışmış olanlara karşı minnet hissi duymayan bir milletin, geleceğe güvenle bakmağa hakkı yoktur.”
Mustafa Kemal ATATÜRK

Sevgili Manisalı hemşerilerim,
Ülkemizde her yıl 18–24 Mart tarihleri arası "YAŞLILAR HAFTASI" olarak kutlanmaktadır. Yaşlılık, hayatın çok özel bir dönemidir. Yaşlılarımız dün ile bugün arasında köprü kuran, kültürümüzü ve değerlerimizi yarınlara taşımamızı sağlayan en değerli varlıklarımızdır. Yaşlılık dönemi itibar gerektirmektedir, bu aynı zamanda bir minnet borcudur. Yaşlı bireylerin toplumla bütünleşmesi, daha aktif olması ve yaşama bağlı kılınmaları gerekir. Unutmayınız ki hepimiz yaşlanacağız.
Yaşlılık döneminde yüksek tansiyon, kemik erimesi, yüksek kolesterol, kalp-damar hastalıkları, şeker hastalığı, kanserler gibi kronik hastalıklar daha sık görülmekte ve bu hastalıklara bağlı ölüm oranı da artmaktadır. Bu hastalıklar ile ilgili erken dönemde tanı çalışmalarının başlaması, uygun yaşam tarzı değişikliklerinin hayata geçirilmesi, diyet düzenlemesi, uygun farmakolojik tedavilerin düzenlenmesi, gerektiğinde girişimsel ve cerrahi tedavilerin uygulanması olumsuz etkilerini en aza indirmek için izlenmesi gereken en uygun yoldur. Ancak bir sayfada hepsine yer veremeyeceğimiz için bu hafta yaşlılarımız için sağlılığın üç önemli boyutunu inceledim: Sağlıklı yaşlanma, ruhsal sağlık ve cinsellik.
Yaşlılıktaki kronik hastalıklarda diyet uygulaması da sağlıklı olmanın önemli bir basamağını oluşturmaktadır. Doktor, diyetisyen, yaşlı ve aile birlikte davranarak beslenme programı belirlenmelidir. Sağlıkta GÜNDEM’i devamlı takip edenler sağlıklı beslenme ile ilgili sık sık önemli ve faydalı bilgiler verdiğimi bilirler. Bu hafta yer darlığı nedeniyle beslenme konusuna girmedim.
İşte bu nedenle aile hekimleri derneği başkanı Dr.Tayfun Çiğdem ile birlikte Dr.Sema Ünal Ozan’ı konuk ettik. Sağlık sisteminde koruyucu hekimlik ve aile hekimliği yani birincil basamak sağlık çalışanlarının çok önemli olduğuna inanıyorum. Meslektaşlarım bizlere sağlıklı yaşlanmak için neler yapmamız gerektiğini birlikte anlattı. Ruhsal sağlık konusundaki sorularımızı da üniversitemizden Psikiyatri Uzmanı ve yaşlılık psikiyatrisi sorumlusu Prof.Dr.Erol Özmen yanıtladı. Uzmanlık alanıma girdiği için yaşlılıkta cinsellikle ilgili bilgileri de ben vermeye çalıştım.
Manisa’ya baktığımda, özellikle son 15 yıl içinde, oldukça güzel bir şehir olduğunu görüyorum. İçinde olanlar değerini bilmezlermiş. Dünyada pek çok şehir gezdim. Eşgallerinden çok daha güzel ve yaşanabilir bir şehir Manisa! Denize çok yakın, müthiş bir dağa, Spil’e sahip. Üniversite ve sanayinin şehri sosyalleştirip, geliştirdiğine inanıyorum. Bu dönemde görev yapan belediyeler (her ne kadar siyasi olarak birbirlerini hep şuçlasalarda) güzel hizmetler verdi ve vermeye devam ediyor. Şehrimizde çok sayıda hava alınacak parklar ve bahçeler var. Gezi yerleri, yakın uzaklıkta gidilecek doğa ile iç içe mesire yerleri, çocuklarımız için çok sayıda oyun parkları var. Yaşam kalitesi yüksek bir şehirde yaşıyoruz. Burada tarih var. Daha ne isteyelim? Yalnız kalan yaşlılarımız için çok güzel dinlenme ve bakım evleri var, ormanın içinde. Her gün yeni binadaki odamdan izliyorum. Sadece sevgi kalıyor geriye tamamlayacak.
Bu hafta Yaşlı Dinlenme evinde Ürolojik açıdan sağlık taraması yapacağız. Onları unutmadığımızı, ilgimizi dahası sevgimizi vermeye çalışacağız… Hepimize mutlu bir yaşlılık dilerim.
Sağlıkta GÜNDEM’i okuyun sağlıklı kalın.

Aile Hekimlerimiz Uyardı: Sağlıklı Yaşlanmak Mümkün

Dr.Tayfun Çiğdem ve Dr.Sema Ünal Ozan
Yaşlanmak ne demektir?
Tüm canlı organizmalar zamanın akışına karşı duramaz, gittikçe yenilenme kapasiteleri azalır, hastalıklar ya da işlevsel bozulmalar artar ve her canlı bir gün canlılık halinin son bulması ile ölür. Organizmanın giderek biyolojik işlevlerini yitirmesi, çevresine uyumda güçlük çekmesi, duyu organlarının ve direnç sisteminin zayıflaması bu sürecin parçalarıdır. Ama insan yaşlılığının biyolojik yönleri kadar, hatta ondan daha fazla, fizyolojik, duygusal, fonksiyonel, sosyal ve toplumsal yönleri de önemlidir.

Yaşlı diyebilmek için bir sınır var mı?
Dünya Sağlık Örgütü yaşlılığı 65 yaş ve üstü bireyler için tanımlamıştır. Ülkemizde ortalama yaşam süresinin kadınlar için 76 erkekler için 71.5 olduğu düşünülürse batı toplumları için hayli eski ve tanıdık olan bu dönemin bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için yeni yeni tanışılan, özellikleri çok fazla bilinmeyen, çocukluk ve erişkinlik döneminden daha az ilgi gösterilen bir dönem olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bizler de birinci basamak pratiğinde bu dönem hastalarıyla geçmişe göre daha fazla karşılaşıyor, polinik hizmetinin büyük bölümünü kronik hastalıklarla mücadele eden yaşlı nüfusa ayırmak zorunda kalıyoruz.
Yaşlılık pek çok hastamız için yaşanması doğal, keyifli yönleri de olan, üretken bir dönem olarak yaşanmıyor maalesef. Kapıdan girer girmez ''Aman doktorum; siz hiç yaşlanmayın olur mu'' diye başlıyorlar söze, Ben de cevap olarak ''Yaşlanmamak için erkenden ölmek gerek yoksa erkenden ölmemi mi istiyorsunuz?'' diyorum. Hemen üzülüyorlar ''Yok canım hiç öyle olur mu, bizim gibi olmayın inşallah'' diyorlar. Bizim gibi kötü,kalitesiz yaşlanmayın demek istiyorlar, aslında zor bir dönem yaşadıklarını anlatmak istiyorlar.

Yaşlanmayı etkileyen faktörler nelerdir?
Yaşlanmayı etkileyen faktörler çok yönlü; fiziksel, ruhsal ve sosyal yönler içeriyor kısacası multidisipliner bir yaklaşım gerekiyor bu döneme. Psikiyatri, Fizik Tedavi ve rehabilitasyon, Nöroloji, Üroloji, Ortopedi, Kadın Doğum, Onkoloji.....kısacası pediatri dışında tüm uzmanlık dallarının alanına giren yönleri var yaşlanmanın. Ama en önemlisi bireyin yaşlılık algısının düzeltilmesi, öz saygısının, günlük yaşam aktivitelerini yapacak bağımsızlığa erişebilmesi, toplumda bilgeliği ve tecrübesiyle saygı duyulacak bir konuma yükselebilmesi sanırım. Gittikçe yaşlanan bir toplum olarak toplumumuzdaki yaşlıların daha fazla saygı, daha kaliteli hizmet görmeleri, koruyucu hekimlik uygulamalarından daha fazla yararlanmaları gerekiyor.

Kaliteli yaşlanmak için neler yapmalıdır?
Kaliteli yaşlanmak yukarıda da belirttiğimiz gibi kişinin içinde bulunduğu dönemin özellikleriyle barışık olarak, ruhsal ve fiziksel fonksiyon kayıplarını en asgari düzeyde tutarak yaşlanması anlamına gelmelidir. Hep duyarız ya da görürüz, yurtdışından tur gruplarıyla tatile gelen gelişmiş ülke yaşlılarını. 80 yaşından sonra hobilerine zaman ayıran, yurtdışı seyahatlere çıkan, doktorları, hemşireleri, fizyoterapistleriyle seyahat eden mutlu yaşlılardır onlar ve hayal de değillerdir. Bizim hedefimiz de kendi yaşlılarımız için aynı şeyleri istemek olmalıdır.

Aile Hekimi olarak yaşlılara genel anlamda neler öneriyorsunuz?
Aile hekimleri olarak yaşlılara genel anlamda öncelikli olarak kronik hastalıklarının ve bu hastalıklar için kullanılan ilaçların özelliklerini anlatmaya, ilaç isimlerini öğretmeye çalışırız. Tansiyonu ya da şekeri neden düşürmek zorunda olduğumuzu, kilo kontrolünü, egzersizin önemini, sigara kullanımının zararlarını, kanser tarama testlerini, yapılması gereken aşılar hakkında bilgileri anlatmaya çalışırız. Uzmana sevk gerekçelerini açıklarız, tahlillerini yaparız, onlarla elimizden geldiğince ilgilenmeye çalışırız. Ancak mevcut aile hekimliği sisteminde aile hekimi başına düşen ortalama 3500-4000 hasta ile bu önerilerin tümünü anlatmak, benimsetmek ve geri bildirim almak oldukça zor oluyor, hastaların bilinçlendirilmesi ise daha fazla çaba ve zaman gerektiriyor.

Aile hekimliği sisteminde SGK kapsamında olmayan yeşil kartlı veya ücretli bireylerde durum nedir?
Aile hekimliği sisteminde kişi sosyal güvencesi olsun ya da olmasın birinci basamak sağlık hizmetinden yararlanır. Bağlı olduğu laboratuvarın kapasitesine göre bakılan genel tahlilleri ücretsizdir ve aile hekimi adına ayrılan laboratuvar ödeneğinden karşılanır. Yeşil kartlı ya da sosyal güvencesi olmayan bireylerden de ücret alınmaz. Ancak sorun hastanın tedavisi ve bakımı konusunda olmaktadır. Sosyal güvencesi olmayan yaşlıların ilaçlarını bizdeki numunelerden karşılama yoluna gitmekteyiz ki bu da özellikle kronik hastalıklarda yetersiz olmaktadır. Yaşlı sağlığı ve hastalıkları açısından Aile Hekimliği sisteminin daha çok desteklenmesi ve sistemin 'Yaşlı Dostu' bir sistem haline bir an önce getirilmesi gerekmektedir.

Yaşlılıkta Cinsellik

Cinsellik nedir?
Cinsellik insanoğlunun temel gereksinimlerinden biridir ve her yaşta farklı yaşanır. Zamanla her şey değişim göstermektedir. Geride bıraktığımız yıllar vücudumuzda da değişiklik meydana getirmektedir. Benzer şekilde cinsel gücümüzde de değişim olmakta. Siz eğer yetmişinde de 18 yaşındaki cinselliği arıyorsanız, maalesef bu mümkün değil. Sorun cinselliğin sadece dühul (koit) olarak algılanmasında.

Yaşlılıkta cinsellik devam eder mi? Etmeli mi?
Cinsellik ile fertilite (çoğalabilme yetisi) ayrı kavramlardır. Kadınlarda menapoz fertiliteyi ortadan kaldırırken erkeklerde böyle bir durum söz konusu değildir. Sonuçta değişerek de olsa her iki cinste de cinsellik devam eder. En başta söylediğim gibi temel ihtiyaç olduğu için mutlu olabilmek adına evet devam etmelidir.
Eskiden belirli bir yaşın üstündekiler cinsellikten bahsetmeye bile korkarlardı. Bu tamamen yanlış bir tutum. Sadece değişimi kabullenmek gerekir. Nasıl saçlarımız, tenimiz eskisi gibi değilse, yakını göremiyorsak; cinsel gücümüzde de bir azalma olacaktır. Bu yaşamın kuralı. Fakat cinsellik her yaşta bir şekilde devam eder.

Cinsel yetmezliğin yaşlılıkta tedavisi var mı?
Sadece yaşlılıkta değil her yaşta tedavisi mümkün. Önemli olan tedavi şeklini hastamızın kabul edip etmemesi veya kabullenmesi diyebilirim. Bazı durumlarda “mutluluk çubuğu” dediğimiz bir şekilde ameliyatla çözüm olabiliyor fakat hastalarımız bu yöntemi duyunca vazgeçiyorlar. Aslında çoğunun “mahalle baskısı” nedeniyle kabul etmediğini anlayabiliyorum.

Viagra türü ilaçları almanın bir zararı var mı?
Öncelikle hangi ilacı alırsanız alın mutlaka doktorunuza danışın. Kesinlikle eczaneden reçetesiz ilaç kullanmayın. Bu tür ilaçların kalp bozukluğu durumunda ve ilgili birtakım ilaçlarla birlikte kullanılması tehlikeli olabilir. Ürolog ve kalp doktoru ortak karar vermeli.

Cinsel gücü ölünceye kadar korumak mümkün mü?
Yaşadığımız sürece cinselliği korumak mümkündür. Yaşlılıkta cinsel yaşamdaki değişimin kişinin algısındaki değişime ve bu duruma adapte olamamasına bağlı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca aynı yaşlarda şeker, yüksek tansiyon ve kalp hastalıklarının daha fazla görülmesi de cinselliği azaltabiliyor. Sonuçta sağlıklı ve mutlu olabilirsek tüm bu hastalıkların olma şansıda azalacaktır. Sağlıklı yaşarsak sağlıklı bir yaşlı oluruz.

Bu tür sorunlarla hangi uzmanlık alanı ilgileniyor?
Yeni yapılan üniversite hastanemizde, Üroloji kliniğimizde hem kadın hem de erkeklerdeki her türden cinsel problemlerle ilgilenilmektedir. Genel anlamda yaşlılıkla “Geriatri” uzmanları ilgilenmekte ancak şehrimizde olmadığı için kalp ve dahiliye uzmanlarına gidilmelidir.
Celal Bayar Üniversite Hastanesi Üroloji Kliniğinde muayene olabilmek için 532 2838045 veya 0 236 444428-2823 nolu telefonlardan randevu alabilirsiniz.

Prof.Dr.Erol Özmen: Yaşlılar İlgi ve Güven Ortamı İster

Yaşlılıkta farklı bir ruh hali var mı?
İnsanın her döneminde farklı bir ruh hali olduğu gibi yaşlılıkta da her insanın yaşadığı bir ruh hali olur. Yaşlılıktaki ruh halini etkileyen en önemli konu bu dönemin o güne kadar yaşananların sorgulandığı bir dönem olmasıdır. Yaşanabilecekken yaşanamayanlar hatırlatır kendini. Yeniden yaşamanın özlemi ve keşkeler sarar insanı. Yaşlılar yaklaşmakta olan ve her insanın yaşayacağı ölüm korkusu ile baş etmek zorundadır. Bütün bunlar üzüntü, kırgınlık, hayal kırıklığı, çaresizlik, ümitsizlik gibi duyguların yaşanmasına neden olabilir.

Bu duyguları herkes yaşar mı?
Evet, bu duyguları şiddeti değişmek üzere herkes yaşar. Fakat toplumda yaygın olarak düşünülenin aksine bu duygular çok az yaşlıda özel yardım almayı gerektirecek düzeyde olur.

Toplum içinde yaşlılıkla ilgili birçok yanlış inanış var değil mi?
Gerçekten toplumun daha doğrusu gençlerin yaşlılıkla ve yaşlılar ile ilgili birçok yanlış inanışı vardır. Bu bakış açısının onların yaşlılara yaklaşımını da etkilediğinden dikkate alınması gerekmektedir. Toplum içinde yaşlıların tümünün mutsuz, yalnız, pasif, değişime kapalı, bakıma muhtaç, toplumdan soyutlanmış ve ölümü bekleyen insanlar olduklarına inanılır. Oysa bu düşünceler yaşlıların büyük bir kısmı için doğru değildir.

Yaşlılılığın yarattığı psikolojik sorunlarla nasıl baş edilebilir?Öncelikle bir psikiyatrik tedavi gerektirecek düzeyde sorun varsa bunun profesyonel bir yardımla çözüleceğini hatırlatmak isterim. Bunların en önemlisi de tıp dilinde demans olarak adlandırdığımız bunama halidir. Ciddi hafıza kaybı olanlarda demans olabileceği mutlaka akla gelmelidir. Bunun dışında yaşlılık dönemi ile ilgili ve belli oranda her insanın yaşadığı sorunlarla daha kolay baş etmek için bir şeyler önerebilirim.
İnsanın yaşamı boyunca yaptığı güzel şeyleri (dikkatinizi çekerim; büyük ya da önemli demiyorum) hatırlaması önemlidir. Yaptıklarını birileriyle paylaşması, bunun gurur ve kıvancını yaşaması psikolojik olarak insanı desteklemektedir. Hiçbir şeye yaramayan, boşa geçen bir ömür saplantısına takılmak ruh sağlığını çok olumsuz etkiler.
Yaşlının kendini güven içinde hissetmesinin de çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Elbette. Kendini güven içinde hissedebileceği bir ortam yaratılmalıdır. Bu konuda eş, dost, akraba ve her türlü kuruma birçok görev düşmektedir. Gereksinimi olduğunda arayabileceği birilerinin olduğunu ve onların hiç yüksünmeden ellerinden geleni yapacaklarını düşünmek kişinin kendisini güven içinde hissetmesini sağlar.

Yaşlıların köşelerine çekilmeleri onların ruh sağlığını nasıl etkiler?
Yaşlının köşesine çekilmesi bizim hiç istemediğimiz bir şeydir. Yaşlıların fiziksel, sosyal ve ruhsal yetilerini en üst düzeyde kullanmaları sağlanmalıdır. Mümkün olduğunca sosyal ilişkilerini sürdürmeleri sağlanmalıdır. Sosyal ilişkilerini arttırmak için görme kusuru varsa bu düzeltilmeli, işitme sorunu varsa bu giderilmelidir. Yaşlının köşeye çekilmesi onlardaki “yük oluyorum”, “hiçbir işe yaramıyorum” ve “başkalarına muhtacım” duygularının artmasına yol açmaktadır.

Yaşlılar ile torunlar arasındaki ilişkiler hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Biraz iddialı olabilir ama insanoğlunun psikolojik olarak en doyumlu ilişkiler yaşadığı ilişkilerden birisi de dede/büyükanne – torun ilişkisidir. Bunun en üst düzeyde yaşanması sağlanmalıdır. Dedeler ve büyükanneler torunlarından mahrum bırakılmamalı, uzakta yaşanıyorsa en azından özel günler ve bayramlar atlanmamalı ve ziyaretler yapılmalıdır.

10 Mart 2010 Çarşamba

Biz doktorların da insan olduğu unutulmamalı!

Sevgili Manisalı hemşerilerim,
Bu hafta sonu Tıp Bayramı! 14 Mart 1827'de, II. Mahmut döneminde, Hekimbaşı Mustafa Behçet'in önerisiyle ilk ameliyathanenin, Şehzadebaşı'daki Tulumbacıbaşı Konağı'nda Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire adıyla kurulması, Türkiye'de modern tıp eğitiminin başladığı gün olarak kabul edilir ve okulun kuruluş günü olan 14 Mart, "Tıp Bayramı" olarak kutlanmaktadır. İlk kutlama,…. diye tam yazmaya başlamıştım ki isteyen girsin internete “Vikipedia” denilen sözlükten baksın dedim. Zaten ezberden bilmiyorum ki! Yazmadan önce bende kitapları açıp bakıyor öyle yazıyorum sizlere. Asıl sorun ne biliyor musunuz? Öncelikle tam bahar geldi dedik dünden beri hava kapalı, yağmurlu; insanın neşesi kaçıyor. Ayrıca hafta sonu Manisa-Denizli maçını seyredip kentimizin takımına destek olmak için stada gittim. Sayın Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, Belediye Başkanımız Cengiz Ergün, valimiz, milletvekillerimiz, eşraftan tanıdığım pek çok dostum da oradaydı. Gittik ama yine moralimiz bozuldu. Şu Denizli’yi yeniverseydik çok güzel olacaktı (!)
Şimdi bizim doktor her hafta futbol konuşmaya başladı diyeceksiniz. Ama öyle değil; futbol sadece bir spor, bir oyun değil günümüzde. Şehrin tanıtımı, reklamı, vizyonu, gücü, ekonomisi ile ilgili bir şey. Hepimizi ilgilendiriyor. Bence bu gözle bakın olaya. Hem bir deşarj yani ruhi boşalma vesilesi. İşte bu özelliği ile de sağlıkla ilgili. Eşiniz sorun mu çıkarıyor onu da götürün maça. Yeni stadımız çok güzel, ailecek hafta sonu etkinliği olarak düşünülebilecek bir yer. Bu arada haftanın benim açımdan tek sevindirici yönü Antalyasporu yenmemiz. Koca Fenerbahçe’nin son dakikalarda 1-0’ın üstüne yatmasını da içime sindiremedim doğrusu.
Gelelim haftamızın konusuna: İlk Tıp Bayramı kutlaması 1919 yılının 14 Mart'ında işgal altındaki İstanbul'da gerçekleşmiş. O gün, tıp okulu öğrencileri işgali protesto için toplanmış ve onlara devrin ünlü doktorları da destek vermiş. Böylece tıp bayramı, tıp mesleği mensuplarının yurt savunma hareketi olarak başlamıştır. Bu yönüyle aslında milli bir hareket. İşte bir hekimde olması gereken tam da bu özellik: Hekim toplumda lider, yönlendirici olmalı. Onun için hekimleri iyi yetiştirmeli, onlara iyi çalışma imkanları vermeliyiz. Evet; “onlarda halkın içine girmeli ama hiç karışmıyorlar, burunları havada” dediğiniz duyar gibiyim. Sizde her doktor gördüğünüzde hemen bir tahlil çıkarıp sormayın kardeşim. Dostlarım bilirler her Cuma günü Ayn-ı Ali’ye giderim. Bugün buraya ruhumu temizlemek, beynimi boşaltmak ve dost sohbeti için geldim, sağlık sorunlarınızı hastaneye gelip anlatın derim. Yoksa gerçekten kolay değil hep sorun, hastalık dinlemek. Bizlerde insanız unutmayın. Bir daha gelirsem dünyaya düğün işletmeciliği yapacağım dedim geçen gün. Ne güzel etrafınızda hep gülen, eğlenen insanlar; oysa biz sizlerin üzüntüleri ve acılarıyla yaşıyoruz hep.
Dokuz Eylül Tıp Fakültesinde öğrenciliğimden hocam, daha sonra da burada üroloji asistanlığımda yine hocalığımı yapan Prof.Dr.Coşkun Büyüksu’dan hem sağlıklı yaşam hem de iyi doktor olmak için öneriler aldım bu hafta. Yine üniversitemizden deneyimli hocamız Prof.Dr.Erol Mir’e de aynı soruları yönelttim. Üçüncü konuğum yıllardır bizlere hizmet veren, deneyimli bir büyüğüm sevgili Ozan Gediz abim. Tüm konuklarıma çok teşekkür ediyorum.
Haftaya “Yaşlılar Haftası”. Yaşlılarda cinsellik, ruhsal sağlık ve nasıl sağlıklı yaşlanabiliriz konularını işleyeceğim.
Sağlıkta Gündem’i okuyun, sağlıklı kalın.
İyi haftalar.

Prof.Dr.Erol Mir: Genç akademisyenler korkusuz olmalıdır!


Hocam öğrenciliğinizi de sayarsanız bu hafta sonu kaçıncı Tıp Bayramınızı kutlayacaksınız?
38. Tıp bayramını kutlayacağım.
Tıp Bayramı ile ilgili ilginç bir anınızı anlatabilir misiniz?
Ögrenciliğimizde bir patoloji hocamız vardı. Çok aksi, alaycı, notu kıt, problemli bir hoca idi. Futbolu severdi ve amatör kümede çok kısa dönemde oynamış olduğunu söylerdi. Bir tıp bayramında öğrenciler, hocalarla bir öğrenci takımı arasında futbol maçı düzenlemek istemişler ve hoca takımı kurmak için hocalara gitmişler. Bizim hoca istememiş ama arkadaşlar onun eski dönemlerini biraz şişirerek hatırlatmışlar. O zaman tamam demiş 14 mart günü maç başlamış. Bizim öğrenciler maç yapıyoruz havasında başlamışlar hocaya bindirmeye; faul üstüne faul, hoca vaziyeti çakmış ve hemen yöneticiye seslenip maçtan çıkmış ve etrafına “ulan beni harcayacaktı bunlar, iyi ki kaçtım” demiş. Daha sonra derslerde ben bir defa tongaya bastım ikincisi yok diye hem güler hem de en sert futbolcuları teşhir eder dalga geçerdi.
Genel anlamda Türk Tıbbı hakkında düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Türk tıbbı her geçen gün daha ileriye gitmektedir. Ancak son zamanlarda verilen tıp eğitiminin kalitesini yükseltmek amacıyla yapılan bazı girişimler eğitimin kalitesini düşürecek sonuçlar doğurmaktadır. Burada tıp eğitiminin genel çizgilerinin çizilmesi yararlıdır ancak eğitimin müfredata dayalı olması üniversite anlamını lise düzeyine indirgemektedir.
Üniversite eğitiminin öğrenciye kazandırmasını istediğimiz; kişinin sınırlayıcı olmayan düşünce boyutunu kazanması, araştırıcı olması, teknoloji yaratan yaratıcı kişilik yapısının yer etmesidir. Bütün bunlara rağmen eğitim verdiğimiz genç hekimler dünya standartlarına yakın düzeyde olmaktadırlar. Ülkemiz tıbbında olumlu olan noktalar: çocuklarımızın sağlığının devlet garantisi altında olmasıdır. Sağlık hizmetleri tek elde toplanmaktadır. Tam gün çalışma ile hizmet iyileştirmesi yapılması düşünülmüştür. Olumsuz yönler ise tıbbi denetleme sisteminin olmaması, hastaların istismarının olabileceğinin yeterince düşünülmemesi, getirilen tam gün çalışma ile hekimlerin gerçek anlamda mali olanaklara kavuşmamış olmasıdır. Kamuda görevli hekimlerin sigortalanmasının kurumlarca yapılması gerektiğini düşünmekteyim zira hekimin yaptığı hizmetin bedelini kurum almaktadır. Hekime prim verilmiş olması ileri sürülse de burada aslan payının hastanenin döner sermayesi tarafından alındığı hatırda tutulmalıdır.
Belirttiğiniz sorunlara çözüm önerileriniz var mı?
Çözüm olarak iyileştirilmiş hekim maaşları, kurumlar tarafından hekimin sigortalanması, kurum dışı ve gizli özellikli kişilerce kurumların denetlenmesi, özgür eğitim, geliştirilmiş bütçe olanaklarını sayabilirim. Üniversitelerin ve yöneticilerinin sıkı denetimi, çok sık görülen keyfi davranışların; anında, başka kişilere zarar vermeden önlenmesi gerekmektedir. Özellikle genç akademisyenlerin korkusuzca davranmalarının bilime katkı sağlayacağını düşünmekteyim.
Genç hekimlere öneri olması açısından iyi “bir doktor” da olmazsa olmaz özellikleri sayabilir misiniz?
İyi doktorda mutlaka insan sevgisi, paylaşma duygularının gelişmiş olması, mesleğe karşı sevgi ve yaşam modeli olması, özveri, karşılıksız hizmet, bitmeyen eğitim, toplumun geleceğini planlama yetisi olmalıdır. Toplum hekimi gibi olaylara yaklaşım, çözümcü olmak, toplumla iç içe olmak çok önemli.
Tecrübenize dayanarak sağlıklı yaşamla ilgili halkımıza önerileriniz?
Sağlıklı yaşam için dikkat edilmesi gerekli olan şeyler şöyle sıralanabilir:
1.İyi beslenme; burada amaç pahalı gıda maddeleri olmamalı. Bilindiği gibi ülkemiz yiyecek bakımından oldukça zengin, bilinçli beslenmeyi kast ediyorum.
2.İyi dinlenme
3.Çevreyi temiz tutma ve temiz ortam da yaşama
4.Yaşına uygun spor faaliyetleri, bu konuda belediyelere baskı yapma
5.Sağlık kontrollerinin yapılmasını planlama
6.Diş sağlığına önem verme
7.Toplum ile uyum ve ruh sağlığını koruma, insanlarla iyi iletişim kurmak
8.Son zamanlarda yaşlanma ile ilgili hastalıklarda artış mevcut, koruyucu olarak kitap okumayı kolaylaştırmak için kütüphaneleri daha aktif hale getirmek.
Hocam sayfamıza katıldığınız için çok teşekkür ederim. Önümüzdeki hafta “Yaşlılar Haftası”. Bu nedenle sizin de değindiğiniz yaşlılıkta sağlığı ele alacağımı bu vesile ile hatırlatırım.

Hocamdan bizlere Tıp Bayramı mesajı: Doktor dürüst, insan ilişkileri iyi ve toplumda örnek bir insan olmalıdır.


Hocam mesleğinizdeki kaçıncı yılınız?
1972 yılı Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunuyum, mezun olduktan sonra hemen ihtisasa başladım. O günden beri fiilen çalışmaktayım. Yani 2010 Temmuz ayında 38 seneyi doldurmuş olacağım.
Sizinde Tıp Bayramı ile ilgili bir anınızı öğrenebilir miyiz?
Çok öne çıkan bir anım yok. Ancak bir defasında yemek masasında, yemeğin sonlarına doğru arkadaşımız bir fotoğraf çekmek için, şöyle yaslanın, böyle durun, yok fotoğrafa sığmıyorsunuz diye bizleri ayarladı ve fotoğrafımızı çekti. Ancak çekildikten sonra gördük ki benim sağ kolum masadaki birkaç vıcık vıcık yağlı yemeklerin içine girmiş. Ceket hemen temizleyiciye gitti tabii.
Sizce “iyi bir doktor” da olmazsa olmaz 5 özellik sayabilir misiniz? 1.Dürüst, sözüne güvenilir, insan ilişkileri son derece iyi, bulunduğu topluma örnek bir kişi olmalı.
2.Devamlı okuyup (dergiler, bilimsel yayınlar), toplantı, sempozyum ve kongre gibi toplantılara katılıp kendini geliştirmesi, yeni bilgilerle donanması gerekir.
3.Başaracağından şüphe duyduğu, yada bulunduğu ortamda yapılması mümkün olamayacak her hangi bir tedaviyi (gerek cerrahi gerekse tıbbi ) üstlenmemelidir.
4.Hastayla görüşürken hastalığın ne olduğunu veya ne düşündüğünü, tedavide neler yapılması gerektiğini, tedavi sonuçlarını ve komplikasyonları hakkında o hastanın anlayacağı tarzda çok net anlatmalı.
5.Hiçbir hekim hasta ile bir başka hekim hakkında onu kötüler tarzda konuşmamalıdır.
Hocam sağlıklı yaşamla ilgili siz halkımıza ne öneriyorsunuz?
Hastalar mümkün olduğu kadar sağlıklı beslenme çabası içinde olmalı, yapabildiği oranda spor, yürüyüş yapmalı. Sağlık yönünden herhangi bir şikayeti olur olmaz hekime başvurmalı. Pratikte gördüğümüz öyle vakalar oluyor ki, artık müdahale şansını kaybetmiş oluyor. Sebebi: geç başvurusu! Bu nedenle insanlar belli yaşın üzerinde ise ki bu 45-50 yaş diye kabul edilebilir, belirli aralıklarla tıbbi kontrollerini yaptırmalıdırlar.

Manisa'nın en deneyimli hekimlerinden Dr.Ozan Gediz, Tıp Bayramı nedeniyle konuğumdu:


Ozan Abi, uzun yıllardır Manisa’da yaşıyor ve çalışıyorsunuz değil mi?
1969 yılında Manisa Doğum evinde göreve başlayarak aynı yerde 10 yılı yöneticilik olarak 20 yıl çalıştım. O yıllarda kadın hastalıkları ve doğum alanında hizmet veren tek yer burasıydı. Aslında bu bina 1930’lu yıllarda tütün deposu olarak inşaatına başlanmış ve tamamlanamamıştı. 1953 yılında Doğumevi olarak hizmete açıldı. Yalnız merkeze değil bütün ilçelere de hizmet veriyordu. Yatak kapasitesi 42 idi. Benim göreve başladığım yıllarda bile gereksinimi zor karşılıyordu. Sonra SSK ve Üniversite hastaneleri hizmet vermeye başlayınca bir parça rahatlama oldu.
Uzun yıllardır kadın hastalıkları konusunda hizmet veriyorsunuz. Manisa için uzmanlık alanınız ile ilgili gelinen noktayı tanımlayabilir misiniz?
Bütün bilimler içinde en hızlı gelişme göstereni tıptır. Mesleğimin ilk yıllarındaki olanaklarla bu günleri karşılaştırırsak gelinen nokta inanılmayacak boyutlardadır. Yalnız bir noktayı vurgulamak isterim: Araya teknik çok girdiği takdirde bireysel yeteneklerin azaldığı gerçeğidir.
Özel bir soru: bugün eşiniz doğum yapacak olsa normal mi, sezeryanla mı doğum yapsın istersiniz?
Dünyada bütün ülkeler içinde yüksek sezaryen oranında en başlarda geliyoruz. Bunun pek çok nedenleri var. Yalnız bu nedenler arasında üzülerek ifade etmek isterim ki, tıp etiği ile bağdaşmayan olaylar da var. Bugün benim eşim doğum yapacak olsa hiç kuşku yok ki
normal doğumu tercih ederim. Eski bir söz “bir anne çocuğunun doğumunda ne kadar çok ızdırap çekerse o çocuğunu o kadar çok sever” der.
Halkımızın sağlıklı yaşaması için neler öneriyorsunuz?
Halkımızın sağlıklı yaşaması için koruyucu hekimliğe büyük önem verilerek geliştirilmelidir. Yine üzülerek ifade ederim ki, bizde bazı konular sözde kalıyor gerçek anlamda bir uygulama yapılamıyor.
Deneyimlerinize dayanarak sizin iyi “bir doktor” da olmazsa olmaz 5 özelliğiniz nedir?
Öncelikle şunu belirtmek isterim; ülkemizin hemen hemen her şehrinde bir üniversite ve tıp fakültesi açılması hekim kalitesini düşürüyor. Üniversite tahsilinin büyük kentlerde yapılması birçok yönden önemlidir. Önce büyük kentlerde öğrenciler bilim yanında sanatsal faaliyetler,
sergiler, tiyatro gibi etkinliklerden diğer Anadolu illerine göre çok daha fazla yararlanırlar. Büyük kentlerdeki hasta yoğunluğu ve çeşitliliği de yetişmede önemli rol oynar.
Bir diğer konu sağlık hizmetlerinin anayasamızda belirtildiği gibi her bireye eşit ve kazanç gözetilmeden verilmesidir. Günümüzde sağlık giderlerinin katılım payları ile hastalara ödettirilmesi yine Anayasa ilkelerine aykırıdır. Aynı zamanda performans sorunu hem gereksiz girişimlere hem de gereksiz tahlillere yol açmaktadır.
Eski bir söz iki türlü hekimden bahseder. Kapısından giren hastaya, ben bu kişiye nasıl yararlı olabilirim veya ben bundan ne kadar gelir sağlayabilirim diye düşünen. Buradan yola çıkarak bir hekimde olması gerektiğini düşündüğüm 5 özellik:
1.Hekim haddini ve yeteneklerini iyi bilmelidir. Kendine başvuran hastalara yeteneklerini aşan bir girişimde bulunmamalıdır.
2.Hekim olurken etmiş olduğumuz Hipokrat yeminini sık sık hatırlamalıyız.
3.Tıptaki gelişmeleri izleyebilmek için bilimsel toplantılara katılmalı. Yalnız burada amaç gezmek, eğlenmek değil, yenilikler hakkında bilgilenme olmalıdır.
4.Her hastaya yaklaşırken sanki kendisinin en yakını imiş gibi davranıp çözüm aramalıdır.
5.Bir hekim hastasının en iyi sırdaşı ve dostu olmalıdır.
Son söz olarak eski bir Latince sözü hiç unutmamalıyız: “Aslolan zarar vermemektir”.

3 Mart 2010 Çarşamba

Manisa AMATEM Psikoloğu Ali Kırboğa anlatıyor: Alkol Bağımlılığında Psikoterapi


Grup terapisi nedir?
İnsan doğduğu andan başlayarak çeşitli sosyal toplulukların içinde bulunur. Buna bağlı olarak bu toplulukların kendisine verdiği evlatlık, annelik, babalık, kardeşlik, dostluk, karı-kocalık veya iş yaşamındaki diğer roller gibi çok çeşitli sosyal rolleri vardır. İnsanlar arasında çeşitli ilişkiler ve etkileşimler yine toplumun küçük bir modeli olan grup terapisi içinde de tekrarlanır, gözden geçirilir ve çözümler üretilebilir. Ayrıca grup terapisinde aynı anda birden fazla hasta tedavi olduğu için ekonomiktir.

Alkol Bağımlılığında grup terapisi uygulanıyor mu?
Grup psikoterapileri hemen tüm ruhsal rahatsızlıklar gibi alkolizmin ve diğer madde bağımlılıklarının tedavisinde de kullanılmaktadır. Grup, öncelikle toplum tarafından’’ alkolik, ayyaş, sarhoş’’ gibi yaftalar alarak dışlanmış, yargılanmış ve hor görülmüş olan alkol bağımlısına, kendisi gibi diğer hastalarla bir araya gelme olanağı sağlayarak dayanışma atmosferi oluşturur. Grup üyeleri, birbirlerinin bağımlılık sürecindeyken yaşadıkları yabancılaşma ve bırakma sürecindeyken yaşadıkları matem ve çeşitli hayal kırıklığı duygularını anlar, paylaşır ve destek verir. Alkol bağımlılarının oluşturdukları gruplarda tüm üyeler, her birinin başvurabileceği inkar ve direnç düzeneklerini kolayca fark ederler ve yüzleşme yoluna giderler. Bu tarz yüzleşmeler, terapistin yapacağı yüzleştirmelerden daha az acı verdiği gibi daha kolay kabul edilir.

Grup terapisine hasta seçimi nasıl yapılmaktadır?
Hastanın motive olması önemlidir. Terapiye herhangi bir dış zorlama ve baskı sonucunda değil kendi arzusu ile değişmeyi amaçlayarak katılır. Bu yaklaşımı kendi sorununa yardımcı olacak bir yöntem olarak seçer. Hastanın grup terapisini sürdürecek olgunlukta olması gerekir.

Alkol bağımlılığında çözüme yönelik yaklaşım ne anlam ifade etmektedir?
Yapılan çalışmalarda alkol kullanım sorunlarının değerlendirildiği, cesaretlendirici geri bildirim ve tavsiyelerinin yapıldığı, 1-4 seans süren kısa süreli görüşmelerin, sorunlu içicilerde etkin olunduğu gösterilmiştir. Aynı zamanda daha sonra uygulanacak tedavilerin etkinliklerini arttırdığı da izlenmiştir. Burada amaç hastanın işe yaramayan olumsuz davranış ve tutumlarının yerine kendisi ve toplumla daha barışık yaşayabileceği yaklaşımları, iletişim biçimlerini göstermektir. Alkol ve madde kullanımına yol açan etkenlerin etkisizleştirilmesi hedeflenmektedir.

Bağımlı hastalarla eğitim programları nasıl yapılmaktadır?
Hafta içi yapılan günaydın toplantılarında, bağımlılık süreci, kişinin kendini tanıması, toplumdaki yerini görmesi, bunları ayık, temiz kafayla düşünmesi, paylaşması hedeflenmektedir. Ayrıca yüksek riskli durumların tanınması, alkol alma arzusu ve dürtüsü ile başa çıkma, ısrarlara karşı koyabilmek, alkol ile ilgili düşüncelerle başa çıkmak, sorun çözme becerilerinin kazandırılması hedeflenmektedir. Bilinçlendirme toplantılarında ise, alkol kullanımının zararları, beden-ruhsal sağlık üzerindeki olumsuz etkileriyle ilgili bilgiler gösterilmekte konu hastaların da katkılarıyla karşılıklı işlenmektedir.

Hastanenizde, alkol bağımlılığında terapi ile başarı oranlarınız nedir?
Elimizde sağlıklı bir istatistik yok. Bölge hastanesi olduğumuz için hastalarımız farklı illerden gelmektedir. Maalesef kontrollerine gelmeyen, iletişimin kesildiği hastalarımız var. Bu durum oran belirlememizi engelliyor. Bağımlılık ömür boyu süren bir hastalıktır. Tedavideki başarı hastaya kalmış bir durum. Biz yol gösteriyoruz, kılavuzluk ediyoruz, iç görü kazandırmaya çalışıyoruz. Kişi alkolü bırakmaya karşı istekli ise, samimi ise başarı oranı yükselmektedir.