Sayfalar

27 Eylül 2010 Pazartesi

CBÜ Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Uzmanı Yrd.Doç.Dr.Göktuğ Seymenoğlu: SARI NOKTAya DİKKAT!

Halk arasında “Sarı Nokta Hastalığı” olarak bilinen “ Makula Dejenerasyonu” nedir?
Sarı Nokta Hastalığı ya da Yaşa Bağlı Makula Dejeneresyonu olarak ta isimlendirilen hastalık gözün görme merkezinin tahribata uğramasıdır. 60 yaş üzerindekilerde görme kaybının en sık sebeplerinden birisidir. Retina, gözün arka kısmını kaplayan sinir tabakasına verilen isimdir. Bu hastalık gözün arka kısmında yer alan retinanın GÖRME MERKEZİNİ tutan bir hastalıktır. Görme zamanla kademeli olarak azalır ve merkez karanlık bir odak haline gelir. Merkez çevresindeki retina dokusu sağlam olduğundan hastalarda tam bir körlük hiçbir zaman oluşmaz, ancak bu durum yani hastanın baktığı noktayı seçememesi hastanın hayat kalitesini olumsuz yönde etkiler.

Sarı Nokta Hastalığının belirtileri nelerdir?
Hastalık ilk etapta ciddi belirtiler vermeyebilir. Bu sebeple periyodik muayeneler hastalığın teşhisinde çok önemlidir. Başlangıçta uzaktaki ve yakındaki cisimler eğri olarak görülür, görme alanının merkezinde siyah bir odak meydana gelir, aynı zamanda karanlıkta görme bozulur. Hastalığın ilk etapta rastlanan belirtileri cisimleri çarpık görme, cisimleri küçük görme ve bakılan hedef alanda koyu bir leke görmedir.
Kişinin günlük hayatı büyük ölçüde etkilenir, araba kullanma ve okuma gibi aktiviteler yapılamaz olur. Merkezi görmeyi azaltsa da, çevre görme etkilenmez. Örneğin; saate bakıldığında saatin dış kısmı, çevresi görülebildiği halde, saatin kendisi görülemez ve kaç olduğu anlaşılamaz. Çünkü merkezi görme bozulmuştur.

Sarı Nokta Hastalığının nedenleri nedir?
En önemli neden ileri yaştır. 65 yaşından sonra görülme sıklığı belirgin olarak artar.

Sarı Nokta Hastalığında risk faktörleri nelerdir?
En önemli risk faktörleri beyaz ırk, sigara kullanımı, yüksek tansiyon olması, şişmanlık, kolesterol yüksekliği ve güneş ışığına daha fazla maruz kalmadır.

Sarı Nokta hastalığının kaç tipi var, açıklar mısınız?
Hastalığın “YAŞ TİP” ve “KURU TİP” olmak üzere 2 tipi vardır. KURU TİP, retina tabakaları altına metabolik maddelerin birikmesiyle oluşur. Daha yavaş ilerler ve uzun sürede görme azalmasına yol açar. YAŞ TİP ise hasta bölgede oluşan bozuk damarların retinada sızıntı ve kanama yapmasıyla oluşur. Bu tip, ani görme kaybına yol açabilir. Kuru tipe oranla sıklığı daha azdır fakat ciddi görme kaybı gelişen hasta grubunun %80’nini oluşturur.

Sarı Nokta Hastalığı nasıl tedavi edilir?
Daha önce hastalığı durduracak ya da tedavi edecek hiçbir yöntem olmadığı halde uzun yıllardır devam eden çalışmalar neticesinde 2000 yılından itibaren bu hastalık Fotodinamik Tedavi adı verilen bir çeşit lazerle tedavi edilmeye başlanmıştır. Son yıllarda göz içine enjeksiyonla uygulanan, damar büyüme faktörünü bloke eden özel bir ilaç olan anti-VEGF kullanılmaktadır. Günümüzde bu iki tedavi kombine olarak ta kullanılabilmektedir.

Göz içi enjeksiyonu görme kalitesini nasıl artırıyor?
Göz içine enjekte edilen ilaç retinadaki yeni damar oluşumunu önlüyor ve buradaki ödem adını verdiğimiz sıvı birikimine engel oluyor. Bu mekanizma ile retinanın merkezinde hasar meydana gelmesi engellenmiş oluyor.

Enjeksiyon bir kere mi yapılıyor yoksa birkaç seans gerekiyor mu?
İlk 3 enjeksiyon 4-6 hafta ara ile mutlaka yapılıyor. Daha sonra retina tomografisi (optik kohorens tomografi) adı verilen film çekilerek, bu filmdeki bulgular, muayene sırasındaki bulgular ve hastanın görme düzeyi baz alınarak ilave enjeksiyon gereksinimine karar veriliyor. Bazı hastalarda 3 enjeksiyon yeterli olurken bazı hastalarda ise nadirde olsa enjeksiyon sayısı 12’ye kadar çıkabiliyor.

Başarı oranları nasıl?
Bu hastalıkta belli bir başarı oranı vermek pek mümkün değil, çünkü başarı hastanın başvuru anındaki görme keskinliği, hastalığın başlangıcından itibaren geçen süre, retinadaki lezyonun büyüklüğü, tedavide kullanılan ilacın cinsi vb. birçok faktöre göre değişiyor.

Ne zaman doktora başvurmak lazım?
Özellikle 60 yaşın üzerindeki hastalar merkezi görmelerinde azalma, çarpık-küçük görme gibi belirtilerle karşılaştıklarında hiç vakit kaybetmeden 1-2 gün içerisinde göz doktoruna başvurmalıdırlar.

Tedavi edilmezse ne olur?
Bu hastalarda tam bir körlük hiçbir zaman oluşmaz, ancak merkezi görme bozulurken çevresel görme korunur. Bir örnek vermek gerekirse; saate bakıldığında saatin dış kısmı, çevresi görülebildiği halde, saatin kendisi görülemez ve kaç olduğu anlaşılamaz. Çünkü merkezi görme bozulmuştur.

Beslenmenin etkisi var mı?
Retinaya sarı rengini veren pigmentlere karotenoidler adı verilmektedir. İnsanlarda bu pigmentler vücutta yapılamadıkları için diyetle dışarıdan alınmaları gerekir. Bu pigmentler güneşten gelen bazı zararlı ışınları emerek retinaya hasar vermesini önlerler. Bu pigmentlerin en çok bulunduğu besinler ıspanak, brokoli, mısır ve koyu renkli yeşil sebzelerdir.
Yapılan son çalışmaların ışığında C ve E vitaminlerinin sarı nokta hastalığının tedavisinde etkili bulunmamışlardır.
Diyetle alınan Çinko ve Doymamış Yağ Asitlerinin (özellikle Omega 3) sarı nokta hastalığında koruyucu etkileri olduğu bulunmuştur. Haftada en az 1 kez balık tüketiminin erken ve geç dönem sarı nokta hastalığından koruyucu etkisi vardır.

21 Eylül 2010 Salı

Metabolik Sendromda Tedavi

Sevgili Manisalı Hemşerilerim,
Bu hafta da metabolik sendrom konusunda bilgi vermeye devam ediyorum. Üst üste iki hafta bu konuyu anlatmamın nedeni özellikle bölgemizde önemli bir risk faktörü olmasıdır. Metabolik sendromun nedeni tam olarak bilinmemektedir. Ancak bildiğimiz özellikle şeker hastalığı ve kalp hastalıklarına yol açmasıdır.
Çok eskiden beri bilinmesine ve değişik isimlerle tanımlanmasına rağmen henüz herkesin kabul edebileceği kesin tanı kriterleri ortaya konamamıştır. Dünyada ve ülkemizde erişkin toplumun takriben üçte birinde metabolik sendrom bulunması, yaşla birlikte artması, ek sağlık sorunlarına ve ölüm artışına neden olması metabolik sendromu giderek büyüyen bir toplumsal sağlık sorunu haline getirmiştir.
Ülkemizde yapılan bir araştırmada 2000 yılı itibariyle genelde 30 yaş ve üzerindeki 9.2 milyon kişide metabolik sendrom mevcuttur ve KAH geliştiren bireylerin % 53'ü aynı zamanda metabolik sendrom hastasıdır. Ülkemizde metabolik sendrom görülme sıklığı, erkeklerde % 28, kadınlarda ise % 40 gibi oldukça yüksek değerlerdedir.
Genetik olarak geçtiği düşünülse de modern kent hayatının getirdiği sedanter/hareketsiz yaşam ve yüksek kalorili beslenme sendromun seyrini alevlendirmektedir. Bu nedenle beslenme alışkanlıklarına çok dikkat etmeliyiz.
Geçen haftaki yazımızda ne olduğu ve nasıl tanı konulacağı hakkında bilgi vermiştim. Bu hafta da nasıl tedavi edileceği konusunda yine üniversitemizden Metabolizma ve Endokrin Uzmanı Doç.Dr.Zeliha Hekimsoy bilgi veriyor.
Bu coğrafyada ve hatta dünya genelinde en çok ölüm kalp hastalıklarından olmaktadır. Metabolik sendromda kalp hastalıklarına en çok yol açan faktörlerin başında gelmektedir. Endokrin uzmanlarımız sizlere en iyi tedavi yöntemlerini sunmaktadır. Ancak bu hastalıkla mücadelenin başında az yemek, dikkatli beslenmek ve ideal kilonuzu korumak veya o kiloya gerilemek gelmektedir. %5-10’luk kilo kaybı bile metabolik sendromun tüm bileşenlerini kontrol altına alabilir. %7’lik kilo kaybı ile birlikte düzenli fizik aktivite 4 yıl içinde Tip 2 DM gelişme riskini %50 azaltmaktadır. Toplamda alınan kalorinin % 10’undan azı poli-ansatüre, % 20’sinden azı ise mono-ansatüre yağlardan oluşmalıdır. Poliansatüre yağlar belli balık türleri, susam, soya, ayçiçeği, mısır ve pamuk tohumu yağlarında bulunurlar. Som balığı, uskumru ve ringa gibi çoğu soğuk su balığında ve daha az bir dereceye kadar yeşil yapraklı sebzeler, soya fasülyesi, fındık ve keten tohumu yağında bulunur. Monoansatüre yağların ise daha yararlı olduğu düşünülmektedir ve çoğunlukla zeytin ve yerfıstığı yağında, avokadoda ve fındıkta bulunur. Karbonhidratlar total kalorinin %50-60’ını, proteinler ise %15’ini oluşturmalıdır. Diyet 20-30 gram kadar lif içermelidir.
Ben kesinlikle zayıflama rejimlerini önermiyorum. Hem üniversite de hem de devlet hastanesinde birbirinden değerli diyetisyenlerimiz var. Onları zaman zaman sayfamda konuk ediyorum. Bu diyetisyenlere gidip önerilerini yaşam tarzınız haline getirmelisiniz. Uzun ve sağlıklı yaşamak istiyorsanız…
Sağlıkta Gündemi okuyun sağlıklı yaşayın.

Metabolik Sendrom Tanı Kriterleri

Türkiye Endokrinoloji Metabolizma Derneği, Metabolik Sendrom Çalışma Grubunun
önerdiği, Metabolik Sendrom Tanı Kriterleri


Aşağıdakilerden en az biri:
• Diabetes mellitus veya
• Bozulmuş glukoz toleransı veya
• İnsülin direnci

ve

Aşağıdakilerden en az ikisi:
• Hipertansiyon (sistolik kan basıncı >130, diyastolik kan basıncı >85 mmHg veya antihipertansif
kullanıyor olmak)
• Dislipidemi (trigliserid düzeyi > 150 mg/dl veya HDL düzeyi erkekte < 40 mg/dl, kadında
< 50 mg/dl)
• Abdominal obezite (VKİ > 30 kg/m2 veya bel çevresi: erkeklerde > 94 cm, kadınlarda
> 80 cm)*

METABOLİK SENDROMUN YOL AÇTIĞI ÖNEMLİ HASTALIKLAR

İnsülin direnci
Şeker hastalığı
Hipertansiyon
Kanserde artış
Böbrek hastalığında artış
Kan yağlarında bozukluk (dislipidemi)
Şişmanlık (obezite)
Koroner damar hastalığı
Alkole bağlı olmayan yağlı karaciğer yağlanması
Polikistik over sendromu
Damar endoteli bozukluğu
Kan pıhtılaşma eğilimi artışı (hiperkoagülabilite)

CBÜ Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Zeliha HEKİMSOY: Metabolik Sendromda Bel Çevresi Önemli!

Metabolik Sendromu önceden anlamak mümkün mü?
Metabolik sendromun en kolay fark edilen belirtisi bel çevresindeki artıştır. Yağın bel çevresinde toplanması veya “elma” tipi şişmanlığın gelişmesidir. Bel çevresi kadınlarda 80, erkeklerde 94 santimin üzerine çıkması metabolik sendrom yönünden şüphe uyandırmalıdır. Yine metabolik sendromun diğer komponentleri yönünden bireyler değerlendirilmelidir. 20' yaş ve üzerindeyse bir birey kolesterol değerini ölçtürmeli ve duruma göre bu belirli aralar ile tekrarlanmalıdır. Yine tansiyon yüksekliği genellikle sinsi gelişen bir hastalık olduğu için bireyin hiçbir şikayeti olmasa bile kan basıncını yılda 1-2 kez ölçtürmelidir.

Önlem alabilir miyiz?
Her ne kadar metabolik sendrom, genetik olarak yatkın kişilerde görülse de, hastalık uygun ortam sağlanırsa gelişir. Uygun ortamı durağan (hareketsiz veya az hareketli) yaşam, yüksek kalorili beslenme, alkol ve sigara kullanımı gibi çevresel faktörler oluşturur. O halde genetik yatkınlık olsa bile, metabolik sendromun gelişmesi için uygun koşulları sağlayan durumlardan kaçınılmalıdır. Metabolik sendromun gelişmesi yönünden gerekli uygun koşulların oluşmaması için doğru ve sağlıklı beslenme, yeterli fiziksel aktivite, sigara ve alkol kullanılmaması önemlidir.

Ne tür sağlık sorunlarına yol açabilir?
Metabolik sendrom, kalp-damar hastalıklarının gelişiminde etkisi olan birden çok risk faktörünün bir arada bulunması durumudur. Bu hastalarda şişmanlık, tansiyon yüksekliği, HDL (iyi kolesterol) düzeyinde azalma, kan şekeri, kolesterol ve trigliserid gibi kan yağları düzeyinde artış görülür. Bunların her biri kalp ve damar hastalıkları yönünden bir risk faktörüdür. Metabolik sendromlu kişiler, hiçbir şikayetleri olmasa bile, sağlıklı kişilere kıyasla daha yüksek oranda kalp damar hastalıkları, felç hatta ani ölüm riskiyle karşı karşıyadır.
Metabolik sendromlu bireylerde kan şeker düzeyi diyabet sınırında olmasa bile, ileride şeker hastalığının gelişme riski çok yüksektir. Yine metabolik sendromlu bireylerde son yıllarda çok görülen karaciğer yağlanması, pıhtılaşma bozuklukları, psikolojik bozukluklar, kadınlarda polikistik over sendromu gibi hastalıkların gelişme riski yüksektir.

Nasıl tedavi ediyorsunuz?
Metabolik sendromlu hastalarda şişmanlık, tansiyon yüksekliği, HDL (iyi kolesterol) düzeyinde azalma, kan şekeri, kolesterol ve trigliserid gibi kan yağları düzeyinde artış görüldüğünü belirtmiştim. Metabolik sendromun tedavisi de, sendromun her bir komponentinin uygun tedavisini içerir. Burada öncelikli yaklaşım, yaşam tarzının düzenlenmesi olmalıdır ve bu doğru beslenme ve yeterli fiziksel aktiviteden oluşur. Amaç şeker hastalığının ve kalp damar hastalıklarının önlenmesidir. Uygun bir beslenme ve egzersiz programı ile sağlanan kilo kaybı, metabolik sendromda gözlenen tüm bozuklukları düzeltici yönünde etki sağlar. Yaşam tarzı değişiklikleri sigara ve alkol kullanımının kesilmesini de içerir. Yaşam tarzı değişikliklerinin yetersiz kaldığı durumlarda ilaç tedavisi verilir.

Tedavi olunmazsa olası riskler nelerdir?
Metabolik sendrom yönünden tedavi edilmeyen hastalarda kalp ve damar hastalıkları, kalp krizi ve felç geçirme olasılığı yüksektir. Ani ölümler bile görülebilir. Önlem alınmadığında hipertansiyon, insulin direnci, tip 2 diyabet, kalp ve damar hastalıklarının da olumsuz sonuçları (komplikasyonları) gelişebilir. Örneğin, şeker hastalığı, hipertansiyon tedavi edilmezse pek çok organı etkiler.

Bu hastalık açısından ülkemizde durum nedir?
Metabolik sendrom, dünyada olduğu gibi ülkemizde de modern yaşam tarzı ile giderek artış göstermektedir. Son yıllarda çocuk yaş grubunda da görülme sıklığı artmıştır.
Metabolik sendromun görülme sıklığı ile ilgili Türkiye’de yapılan birkaç çalışma vardır. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği - hipertansiyon çalışma grubu tarafından gerçekleştirilen bir çalışmada, Türkiye’nin yedi bölgesinden 18 ilden 7148 kişi metabolik sendrom yönünden değerlendirildi. Metabolik sendrom sıklığı genel olarak %34.9, erkeklerde %25.2, kadınlarda %40.1 olarak tespit edildi. Yaş ilerledikçe metabolik sendromun görülme oranının artığı gözlendi. Yine, yerleşim yerlerine göre (şehir merkezi, ilçe merkezi ve köy) değerlendirildiğinde metabolik sendrom oranları arasında anlamlı bir fark bulunmadı. Bu ve yapılan diğer çalışmaların sonuçlarına baktığımızda ülkemizde de metabolik sendromun yaygın olduğu ve giderek artığı görülmektedir. Yol açtığı hastalıkların maliyeti ve iş gücü kaybına neden olmalarından dolayı, bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de ekonomilere ağır yükler getirmektedir. Bu açıdan acil koruyucu önlemlerin alınması ve halkın bu konuda bilinçlendirilmesi gereklidir.

Bayramda Metabolik sendroma Dikkat!

Sevgili Manisalı Hemşerilerim,
Yaşasın bu gün arife, yarın bayram! Hepinizin Ramazan Bayramını kutlar, sağlık, mutluluk dolu nice bayramlar dilerim.
Bir dönem, çocukken, bayram geldi mi sevincimiz içimize sığmazdı. Bayram demek, para demek, yeğen, kuzen tüm akrabaları görmek arkadaşlarla oyun demek, bol bol tatlı ve çikolata demek, sevmek, okşanmak sevilmek demek idi. Ardından biraz büyüdükten sonra, daha doğrusu kendimizi büyük sanmaya başladıktan sonra itiraf etmeliyim ki sıkıcı gelmeye başlamıştı. Sonra bir dönem geliyor ki, bu kez özlem duyuyorsunuz o günlere. Keşke o insanlar olsa da, o günler geri dönse, yeniden çocuk olsak diye hüzünle düşünüyor insan.
Yine de bayramlarımız çok güzel, güzel olmalı. Gelenek ve göreneklerimizi çocuklarımıza aktarmalıyız. Büyüklerinin ellerinden öpmeli, sevgi görmeliler. Öyle ki onlarda nesillerine bu güzel duyguları aktarabilsinler.
Ramazan ayına girerken hatırlarsanız beslenme hakkında bilgi vermeye çalıştım sizlere. Bu son günde de beslenmeyle orantılı gelişebilecek en önemli sorunların başında gelen metabolik sendrom hakkında bilgi vermeye çalışacağım. Bu hafta ki konuğum üniversitemizden Metabolizma ve Endokrin Uzmanı Doç.Dr.Zeliha Hekimsoy. Konu çok önemli olduğu ve bizim de sizlere aktaracaklarımızın hepsini sayfamız almadığı için önümüzdeki hafta da aynı konuya devam edeceğim. Bu hafta nedir ve nasıl tanı konulurdan bahsederken, haftaya tedavisi üzerinde konuşacağız.
Metabolik sendrom, birden fazla kalp damar hastalığı risk faktörünün kümelendiği hastalıklar grubudur. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşam şekli değişiklikleri nedeni ile bir salgın haline gelerek, ateroskleroza bağlı kalp damar hastalıkların sıklığında artışa yol açmaktadır. Kısacası metabolik sendroma modern çağın hastalığı diyebiliriz. Metabolik sendromlu kişilerde kalp damar hastalıkları çok sık görülür ve ölüm riski artar. Kan şeker düzeyi diyabet sınırında değilse bile ileride bu hastalığın gelişme riski çok fazladır. Gerekli toplum sağlığı önlemleri alınmadığı takdirde, metabolik sendrom önümüzdeki yıllarda, daha fazla ölüme yol açacak gibi görünmekte.
Zaten şehrimizde, bölgemizde en sık görülen ölüm nedenlerinin başında kalp hastalıkları gelmektedir. Gerçi bir hafta da aslında sizlerle ölüm üzerine konuşmak istiyorum. Ölümü önemsemiyorsanız beni dinlemenize gerek yok. Bu da bir görüş, saygı duyarım. Ancak yaşamı önemsiyorsanız lütfen uyarılarıma kulak veriniz. En azından kendiniz adına önemsemeseniz bile ardınızda bırakacaklarınız için sağlıklı yaşamaya önem veriniz.
Geçen haftadan bu yana pek çok tanıdığım, dostum bana “tamam doktorum, kontrole gideceksin diyorsun da kime gideceğiz?” diye soruyor. İşte bu konuda sizlere biraz bilgi aktarmak istiyorum. Madem en sık ölüm nedeni kalp hastalıkları, doktorunuz başka bir şey önermedikçe herkes yılda bir kez bir dahiliye veya kardiyoloji uzmanına kontrol olmalı. Bayanlar bunun yanına bir kadın doğum, erkeklerde özellikle 40 yaşından sonra bir üroloji uzmanı eklemeli. Bu kontrollerde dikkat ediniz “HASTA OLMADAN” önce yapılmalı.
Şeker hastalarını ve aşağıdaki bulguları olan metabolik sendrom adayı olanlarınızı bayramda çok tatlı yememeleri konusunda uyarıyorum.
Manisada Gündemi okuyun sağlıklı yaşayın.

METABOLİK SENDROM RİSK TESTİ


•Haftada 5’ten fazla çikolata, patates cipsi, mısır gevreği ya da benzeri gıdaları yiyor musunuz? (evet/hayır)
•Hiç tansiyonunuz ölçüldüğünde size yüksek olduğu söylendi mi? (evet/hayır)
•Düzenli egzersize rağmen kilo vermekte zorlanıyor musunuz? (evet/hayır)
•Kilonuz özellikle karın ve bel çevrenizde mi lokalize? (evet/hayır)
•Kalp damar hastalığı, yüksek tansiyon veya şeker hastalığı bulunan yakınınız var mı? (evet/hayır)
•Yemek öğünleri arasında konsantrasyon kaybı, baş ağrısı, mide bulantılarınız oluyor mu? (evet/hayır)
•Kolestrolünüz yüksek mi? (evet/hayır)
•Sıklıkla şekerli gıdalar yeme ihtiyacı duyuyor musunuz? (evet/hayır)
•İdeal kilonuzun 5 kilo veya daha fazla üzerinde misiniz? (evet/hayır)
•Yemek yedikten sonra genellikle yorgunluk hissediyor musunuz? (evet/hayır)
•Pirinç, patates, un içeren gıdaları haftada 3 kereden fazla alıyor musunuz? (evet/hayır)
•Kan şekeri düşüklüğünüz (hipoglisemi) var mı? (evet/hayır)
•Haftada 2 kereden daha az mı egzersiz yapıyorsunuz? (evet/hayır)
•Gün içinde enerji iniş çıkışları yaşar mısınız? (evet/hayır)

0-4 EVET: Metabolik sendrom için düşük risk.
5-8 EVET: Metabolik sendrom için orta risk. Araştırılması önerilir.
9-14 EVET: Metabolik sendrom için yüksek risk. Tedavi başlanması önerilir.

CBÜ Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Zeliha HEKİMSOY: Metabolik Sendrom modern çağın hastalığıdır.

Metabolik Sendrom nedir?
Metabolik sendrom, kalp-damar hastalıklarının gelişiminde etkisi olan birden çok risk faktörünün bir arada bulunması durumudur. Bu tanımlamayı biraz daha açacak olursak; metabolik sendrom, insulin direnciyle başlayan abdominal obezite (karın bölgesi şişmanlığı) veya “elma tipi” şişmanlık, şeker hastalığı, kolesterol metabolizma bozukluğu, tansiyon yüksekliği ve kalbi besleyen, koroner arter hastalığı gibi sistemik bozuklukların birbirine eklenmesi durumudur.

İnsülin direnci ne demek?
İnsulin direnci olan insanlarda, kan şekerinin hücrelere girmesi zorlaşır ve bu da yüksek düzeyde şekerin kanda birikmesine sebep olur.
Metabolik Sendrom genetik mi yoksa sonradan mı gelişiyor?
Metabolik sendrom, çevresel faktörlerin etkisi ile genetik olarak yatkın kişilerde ortaya çıkan bir hastalık durumudur.

Nasıl oluyor?
Metabolik sendrom, hareketsiz yaşam ve yüksek kalorili beslenme gibi çevresel faktörlerin etkisi ile genetik olarak yatkın bireylerde gelişir. Temelinde insulin direnci veya azalmış insulin duyarlılığı vardır. İnsulin direnci veya bozulmuş insulin duyarlılığı olan bireylerde ortaya çıkar. Bu nedenle “insulin direnci sendromu” olarak da isimlendirilir. Genellikle masa başında hareketsiz çalışma, yoğun stres, ayaküstü atıştırma, “fast-food” tarzı beslenme, fazla karbonhidratlı veya şekerli gıda tüketimi gibi düzensiz beslenme ve sigara kullanımı bu sendromun ortaya çıkmasına neden olur. Pek çoğumuz yürüme mesafesinde olsa da, işe, alış verişe araçla gitmeyi tercih ederiz. Merdiven yerine asansör kullanırız. Daha az hareket etmek için modern yaşamın tüm nimetlerinden yararlanmaya çalışırız. Daha az hareket, daha az kalori harcanması demektir. Bunun yanı sıra düzensiz, alelacele atıştırma tarzı, “fast-food” tarzı, yüksek kalorili (fazla şekerli ve yağlı) beslenmenin katkısı da büyüktür. Sonuç olarak hızlı kilo alımı olur ve beraberinde veya daha sonra şeker hastalığı, tansiyon yüksekliği, kan yağlarında yükselme, kalp-damar hastalıkları gibi pek çok hastalık gelişir. Bu yüzden metabolik sendroma “yeni dünya sendromu”, “modern çağın hastalığı” da denilir.


Kimler Risk altında?
Metabolik sendrom, hareketsiz yaşam ve yüksek kalorili beslenme gibi çevresel faktörlerin etkisi ile genetik olarak yatkın bireylerde geliştiğini belirtmiştim. O halde, genetik yatkınlığı olanlar, ailede şeker hastalığı veya metabolik sendrom öyküsü verenler, yeterli fiziksel aktivitesi olmayanlar, fazla ve hatalı beslenenler, aşırı alkol tüketenler ve sigara kullananlar metabolik sendrom yönünden risk altındadır. Yaşın ilerlemesi, vücut kitle indeksinin 25 kg/m2 den büyük olması, kadınlarda menopoz metabolik sendrom gelişme riskini artırır.

Vücut Kitle İndeksini nasıl hesaplayabiliriz?
Vücut kitle indeksi beslenme durumunu değerlendirmede kullanılan bir indekstir. Ağırlık (kg)/ Boy2(m) formülü ile hesaplanır. Vücut kitle indeksinin normal sınırları 18.5 – 24.9 kg/m2’dir.

Metabolik sendromda mutlaka vücut kitle indeksi artar mı?
Metabolik sendromlu hastalar şişmandır. Özellikle “elma” tipi veya karın bölgesi şişmanlık görülür. Karın bölgesinde yağ yığılımı veya birikimi söz konusudur. Kısacası bu bireyler göbeklidir. Bu tip şişmanlığın göstergesi bel çevresi ölçümüdür. Bel çevresinde artış gözlenir. Aslında bir bireyin kaç kilo aldığından ya da kaç kilo fazlalığı olduğundan çok, yağın nerede ve ne kadar biriktiği daha önemlidir. Yağın vücudun alt bölümlerinde, basen ve kalçada toplanması “armut” tipi şişmanlık, yağın bel çevresinde toplanmasına ise “elma” tipi şişmanlık denilir. Özellikle “elma” tipi şişmanlık düzenli olarak doktor kontrolü gerektirir. Çünkü bel çevresindeki yağlar iç organları da tutar ve insan sağlığı için zararlıdır. Örneğin, bel çevresi ideal değerlerin üstüne çıkan kişilerde normal bel çevresi olanlara kıyasla, kalp ve damar hastalıkları 1.5 kat daha fazla görülür. Ayrıca bel çevresi geniş olanlarda kan basıncı ve kan kolesterol değerleri daha yüksek düzeydedir. Şişmanlığın yanı sıra, metabolik sendromlu hastalarda şeker hastalığı veya glukoz tolerans bozukluğu yani “gizli şeker” durumu, yüksek kolesterol ve trigliserid düzeyleri ve tansiyon yüksekliği görülür. Bu hastalıkların tek başına gelişmesi bile sağlığı ciddi boyutlarda etkileyerek geriye dönüşümü olmayan hasarlara yol açabilir.

Metabolik Sendrom diyebilmek için bu hastalıkların hepsi birden olmalı mı?
Neredeyse evet. Metabolik sendrom demek için en az üç hastalığın bir arada bulunması gerekir. Üç hastalığın bir arada görülmesi tabloyu daha da ağırlaştırır ve kalp hastalıklarından felce, hatta ani ölümlere neden olabilir. Metabolik sendrom “ölümcül dörtlü” olarak da bilinir. Burada vurgulanması gereken önemli bir nokta bu hastalıkların genellikle belirti vermeden sinsi sinsi gelişmesi ve ilerleyebilmesidir.

Nedir bu “ölümcül dörtlü”?
Hastalarda dikkat edilmesi gereken dört önemli bulgu:
1. Karın bölgesi şişmanlığı - bel çevresinde genişleme
2. Tansiyon yüksekliği
3. Yüksek kolesterol ve trigliserid düzeyleri
4. Sınırda yüksek veya yüksek kan şekeri düzeyleri

Metabolik sendrom tanısı nasıl konur?
Metabolik sendrom tanısı için aşağıda yer alan belirtilerden 3'ünün bulunması yeterlidir:

1. Kadınlarda bel çevresinin 88 santimden, erkeklerde 102 santimden fazla olması
2. Kanda trigliserid oranının 150 mg/ dl'den fazla olması
3. HDL kolesterol (iyi huylu kolesterol) seviyesinin kadınlarda 50 mg/dl, erkeklerde 40 mg/dl'den az olması
4. Kan basıncının 135/85 mmHg'den fazla olması veya tansiyon yüksekliği (hipertansiyon) tedavisi alıyor olmak
5. Açlık kan şekerinin ≥100 mg/dl'den yüksek olması
2005 yılında, Uluslararası Diyabet Federasyonunu tarafından bel çevresi sınırları erkeklerde 94 cm, kadınlarda 80 cm olarak değiştirilmiştir ve metabolik sendrom tanısı için bu üç kriterden birinin mutlaka abdominal obezite (göbekli olmak veya karın bölgesi şişmanlığı) olması şartı konmuştur.

1 Eylül 2010 Çarşamba

Uzun Sanmayın...Yaşam Bir An Kadar Kısa!

Sevgili Manisalı Hemşerilerim,
Uzun sanmayın, yaşam bir an kadar kısa…
Yaklaşık 1,5 yıl kadar önce sevgili babacığımı kaybettim. Yıllarca ölen insanlar görmüştüm, acıları en yakından yaşamıştım. Benim için ölüm vazgeçilmez, yaşamın olmazsa olmaz kuralıydı. Çok takılmamak gerekirdi. Zaten babamda öyle öğretmişti bana “oğlum, herkes ölecek, önemli olan burası değil, geldiğimiz ve gideceğimiz yer buradan daha önemli, sakın üzülme!”. Hatta çok rahat bir şekilde bir yıl önceki bayramda mezarlıkta büyüklerimizi ziyaret ederken “beni dedemin üstüne gömün” demişti.
Bizim ailede ölüm konuşulurdu. Rahmetli dedem ölümle dalga geçerdi ve yine dalga geçerek göçtü gitti.
Sevdiklerini kaybedenler bilir ölümü… Meğer babam ölünceye kadar anlamamışım ben ölümü. O gün insanlar nasıl da rahatça konuşuyorlar, gülüyorlar ve yaşıyorlardı. Şimdi anlıyorum ölüm genlerimize işlenmiş, herkes biliyor kaçınılmaz olduğunu, bu nedenle normal olduğunu. Peki zor olan ne? Onu da Yunus Emre demiş “Ölüm kolaydı, ayrılık olmasaydı”.
Sevgili Ahmet Kurşun abiye Allah rahmet etsin. Kim ne derse desin acısını en iyi ve derin, eşi ve çocukları yaşıyordur. Hepinizin başı sağ olsun, Allah sizlere sabır versin.
Acıyı yaşatan aslında sevgidir. İşte bu nedenle bu hafta sizlere biraz sevgiden bahsetmek istiyorum. Üniversitemiz psikiyatri uzmanlarından sevgili Prof.Dr.Erol Özmen ile sevgi üzerine yaptığımız güzel sohbetten bazı bölümler aktarmak istiyorum sizlere. Yaşamda çok farklı duygular ve hislenmeler var. Ama ölüm gelip çattı mı, pozitif olanlar kalıyor elimizde. Bunların başında da sevgi geliyor. İşte bu nedenle “hayat küsecek kadar çok mu?” diye sesleniyor şair.
Hekim olarak sağlık adına ders çıkarmak gerektiğini yine hatırlatmak istiyorum. Ölümden korkmuyoruz tamam ama her ölüm kalana erkendir. Bu nedenle sağlığımıza da dikkat etmeli ve korumalıyız. Yine tekrar etmek istiyorum “hasta olmadan sağlığınızın kıymetini biliniz”. Bunun için yapacağınız en önemli şey kendinizin ve ailenizin bir “sağlık günü” olmalı. Her yıl o gün sağlık kurumuna başvurmalı ve kontrollerinizi yaptırmalısınız. Bölgemizde hala en sık ölümler kalp hastalıkları ve daha sonra kanser geldiği için, çocuklar çocuk uzmanlarınca, erişkinler dahiliye veya kardiyoloji uzmanlarınca, kadınlar kadın doğum uzmanı ve 35 yaş üstü erkekler üroloji uzmanlarınca yılda bir kez “şikayeti olmasa da” kontrolden geçmeli. Ayrıca genel vücut sağlığımız için çok önemli olması nedeniyle de ağız-diş kontrolünü de unutmamalıyız.
Neredeyse bir yıla yakındır bıkmadan usanmadan bunları yazıyorum, bir iki kişiye faydam olur düşüncesiyle. Kendi yakınlarıma bile bunları yaptırmakta çok zorlandığımı itiraf etmeliyim. Ama “bir musibet bin nasihattan iyidir” ya, Ahmet abinin üzüntüsü ve sapasağlamken kalp krizi geçirmesi, isim vermeyeceğim ama pek çok yakınının aklını başına getirdi. Bu gün çoğu doktor kontrolündeler. Keşke o da gitseydi.
Manisada Gündemi okuyun sağlıklı yaşayın.

Celal Bayar Üniversitesi, Tıp Fakültesi Psikiyatri Uzmanı Prof.Dr.Erol Özmen ile SEVGİ üzerine...

Konumuz sevgi olduğuna göre herhalde söze önce size göre sevgi nedir diye başlamak da yarar var.
Sevgi herkesin bildiği, bildiğini sandığı, bildiğine inandığı ama anlatamadığı bir şeydir. Herkesin üzerinde anlaştığı bir tanımı yok sevginin. Her tanımda bir şeylerin eksik kaldığını hissedersiniz. Sevgi tanımlanamaz, yaşanır ancak. Sevgi, sevgi yaşamak amaçlanarak yaşanamaz. Sevgi, ilişkilerde kendiliğinden doğar.

Haklısınız, sevgiyi tanımlamak çok zor olabilir, fakat yine de sevginin bazı özelliklerinden söz etmek mümkün diye düşünüyorum.
Doğru. İnsanın doğasında bulunan, yaşamı renklendiren ve anlamlandıran en güzel özelliklerinden birisidir sevgi. Sevgi, önemsemek, ilgi göstermektir. Saygı duymak, anlayış göstermek, sorumluluk hissetmek, yakınlık duymak, sıcaklık hissetmek, benimsemektir. Sevginin bütünleştirici yönü vardır. Bu bütünleşmenin temel özelliği hem kendini hem karşıdakini olabildiğince ihmal etmemesi, eksilten değil çoğaltan nitelikler taşımasıdır. Sevgi, olduğu gibi kabul etmeyi, onun gereksinimlerini-isteklerini anlamayı, bunları karşılamak için sorumluluk duymayı, ona ilgi göstermeyi, ona bağlanmayı, düşüncelerine ve duygularına saygı duymayı kapsar. Sevgi, sevilen kişide anlaşıldığı, benimsendiği, önemsendiği duygusu yaratır, değerlilik duygusu verir.

Sevgi öğrenilebilir mi?
Sevgi öğrenilebilir fakat bugünden yarına ya da okuyarak öğrenilemez. Sevgiyi öğrenmek aslında biraz dolaylı yoldan olur. Bu insanın sevme ve sevilme kapasitesini engelleyen etmenlerin farkına varılması ve bunların etkisinden kurtulması ile mümkün olur. Örneğin bazı insanlar ret edilecekleri korkusuyla sevgi yaşayabilecekleri ilişkiden kaçınırlar. Bu kişilerin sevgiyi her yönüyle yaşayabilmeleri ise ancak bu korkuyu aşmaları ile mümkündür.

Sevgi içsel mi yoksa çocukluğumuzdaki modellerden mi öğreniyoruz?
Her insanda belli oranda doğuştan sevgi yaşama potansiyeli bulunur. Fakat sevgi ilişkilerde yaşanır, ilişkilerde gelişir. Her hangi bir ilişkinin olmadığı durumlarda yaşanan çoğu zaman sevgiden başka bir şeydir. Her insan sevme ve sevilmeyi anne ve babası ile olan ilişkisinde öğrenir. Çocuk anne ve babasını model alarak çok şey öğrendiği gibi sevginin nasıl yaşanacağını da belli oranda bu yolla öğrenir. Fakat asıl etkili olan anne ve babanın çocuğuyla ilişkisinin niteliğidir.

Kızlar baba, erkekler sevmeyi anneden mi öğrenir?
Bu söylediğinizin bütünüyle doğru olduğunu söyleyemeyiz. Hem annenin hem babanın tutum ve davranışları çocuğun sevgi yaşama kapasitesini etkiler. Fakat şöyle bir gerçek vardır ki karşı cinsiyetten kişilerle ilişkiler ve onlara yönelik sevgi dikkate alındığında dediğinizde doğruluk payı bulunmaktadır. Hepimiz biliriz, kızlar babalarına, erkekler ise annelerine biraz daha fazla düşkündürler.

Yanlışlarımızı daha sonra düzeltebilir miyiz?
Aslında nasıl bir yanlışlıktan söz edebileceğimizi bilemiyorum. Yaşanabilecek bir sevginin yaşanmasını engelleyen konular çoğu zaman ilişkinin niteliği ile ilgilidir ve iletişim kusurlarından ya da ilişkinin iyi yönlendirilmemesinden kaynaklanır. Yanlışlık diyecek olursak, insanın kendini tanıması, başkalarını tanıyabilmesi ve ilişkide ne olup bittiğini sağlıklı biçimde anlayabilmesi yanlışlıkların düzeltilmesini sağlar.

Bazı kişilerin sevgiyi çok sorguladıklarını görürüz. Sizce sevgiyi daha doyumlu yaşamak için sevgiyi sürekli sorgulamak yararlı bir yaklaşım mı?
Evet, bazı insanların sürekli bir arayış içinde olduklarını ve kendilerince “gerçek sevgi”nin peşine düştüklerini görürüz. Fakat çok da yararlı bir yaklaşım değildir bu. Aslına bakarsanız bu arayış başka şeylerin göstergesidir. O kişinin yaşadıklarından memnun olmadığının mutsuz olduğunun ifadesidir. Nitekim sevgi çoğu zaman yaşanırken sorgulanmaz, eksik bir şeyler kaldığında, yanlış bir şeyler olduğu sezildiğinde sorgulanır. Bazen de bu sorgulama sevgiyi yaşayamamanın acısına katlanma işlevi görür.

Peki, yine de gerçek sevgiden söz edebilir miyiz?
Haklısınız, bu noktada yanlış anlaşılma olasılığını düzeltmekte yarar var. Sevgiyi yaşamak ile sevgiyi sürekli sorgulamak farklı şeyler; öncelikle bunu vurgulamak isterim. İnsanın diğer gereksinimlerinden ayrışmış bir sevgi yaşadığını iddia etmek mümkün değildir. Fakat başka istek, dürtü ya da gereksinimler ne kadar çok karışıyorsa; hissedilen, sevgi olmaktan o kadar uzaklaşır. Bazen yaşanan sevgiye, suçluluk duygularının karıştığı görülür. En tipik örneği çalışan anne ve babalarda görülür. Biraz da suçluluk duyguları ile çocuklarının her dediklerini yapmaya çalışır ve bunu da sevgi olarak düşünürler. Bu kişilerin çocuklarını sevmediklerini söyleyemeyiz fakat bunların sevgilerine biraz da suçluluk duygusu karışmıştır. Her sevgide sevgi olmayan bir şeyler mutlaka vardır. En doyumlu yaşanan sevgi ise (belki de gerçek sevgi o) başka şeylerin en az karıştığı sevgidir.

Sevgi insanların gözünde giderek değerini yitiriyor mu?
İnsanın doğasını dikkate aldığımızda sevginin değerini yitirdiğinden söz etmek mümkün değildir. Sevgi insan yaşamını anlamlı hale getiren en önemli öğelerden birisidir. Sevgi, herkesin hayatında vazgeçilemez bir biçimde bulunur. Fakat nasıl yaşandığı ve nasıl geliştirilebileceği pek düşünülmez. Sevgiye günümüzde hak ettiği değerin verilmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Böyle olmaması gerektiğini bilmesine karşın herkesin sevgiye gereken önemi vermemesi üzücü bir durumdur.

Neden böyle oluyor sizce?
Bence bunun en önemli nedenlerinden birisi sevginin ilişkilerde kendiliğinden doğal olarak ortaya çıkacağının düşünülmesi. Bu düşünce bir yanı ile de doğru da olsa günümüzde ilişkilerin giderek karmaşıklaşması sevgiyi biraz daha emek harcanması gereken bir konuma getirdi. Diğer yandan günümüzde çıkarların daha çok çatışması, sosyal koşulların zorlamasıyla başarı, ün, güzellik, zenginlik gibi konuların daha öne çıkarılması da ne yazık ki insanları çok etkiliyor.

Sosyal koşulların zorlamalarının insanları çok etkilediğinden söz ediyorsunuz, peki bunların etkisinden kurtulmak için ne yapılabilir?
Bunu pek çok insan geç de olsa anlıyor fakat iş işten geçmiş oluyor. Birçok kişi çocuğu büyüdükten sonra, annesi ya da babası öldükten sonra fark eder, onları ve aynı zamanda kendilerini ihmal ettiğini en derinden hissederler. Biraz düşündüklerinde yaşanabilecek ve sevginin karşılıklı hissedilebileceği bir sürü şeyi kaçırdıklarını görürler. Fakat çoğu insan bir süre bunların etkisinde kaldıktan sonra tekrar eski hallerine döner. Bu durumdan kurtulmak için insanların hayatta kendileri için neyin daha önemli olduğunu uzun uzun düşündükten sonra bunları bir yere kaydetmesi ve bunları kendilerine sık sık hatırlatmaları gerekmektedir. Bu dediğim son derece basit fakat çok etkili bir yöntem olmasına karşın birçok kişi “bir dahaki sefere”, “daha sonra” gibi çeşitli gerekçelerle basit yöntemi uygulamayı ertelerler.

Günümüzde sevgiye bir alışveriş gözüyle bakanlar var, ne dersiniz sevgiyi bir alışveriş olarak niteleyebilir miyiz?
Sevgiyi bir alışveriş olarak düşünmek, pek çoğumuz için rahatsız edici bir durumdur. Sevgide de bir alma ve verme olduğu için dediğiniz gibi bazı insanlar sevgiye bir alışveriş gözüyle bakar. Oysa sıradan alışveriş ile sevgideki alma-verme arasında büyük farklılıklar vardır. Verme sevginin doğal bir uzantısıdır, ama almak niyetiyle verilmez. O nedenle sıradan alışveriş ile arasında büyük farklılık vardır.

Sevmek ve sevilmek sağlığımızı etkiliyor mu?
Sevmek ve sevilmek hem ruhsal hem bedensel sağlığımızı olumlu etkiler. Diğer yandan sevme ve sevilmenin aynı zamanda ruh sağlığının önemli bir göstergesi olduğunu da eklemek isterim.

Sağlığınızın/Yaşamınızın Değerini Kaybetmeden Bilin

Sevgili Manisalı Hemşerilerim,
Gazetemiz imtiyaz sahibi Sayın Ahmet Kurşun’un başına gelenler nedeniyle derin bir üzüntü içindeyim. Ben bu satırları Salı akşamüstü yazıyorum ve şuan itibariyle sağlık durumu ciddiyetini koruyor. Kendisine Allah’tan acil şifalar diliyorum.
Böyle üzüntülü bir durum olmasa aslında bu hafta yazacak çok şey vardı, özellikle futbol hakkında. Maalesef keyif kaçtı, şaka yapacak, espirili bir şekilde konuyu işleyecek durumda değiliz. Fakat bu vesile ile birkaç uyarı ve sizlere bazı hatırlatmalarda bulunmak istiyorum. Olayı bana sevgili Nihat Akyol haber verdi. Kendisi telefonda bana “Maalesef Ahmet abide benim gibi pek doktora kontrole gitmeyi sevmeyenlerdendi” dedi. Lütfen sevgili hemşerilerim; eğer sağlığınıza önem veriyorsanız iş bu aşamaya gelmeden sağlık kontrollerinizi yaptırınız. Bölgemizde hala en sık görülen hastalıklar, kalp hastalıkları ve krizidir. Bu nedenle hiç bir şikayetiniz olmasa da, yılda bir kez kardiyoloji kontrolüne gidip kontrollerinizi yaptırınız. Hele hele stresli bir işiniz varsa, sigara içiyorsanız hemen yarın kontrolden geçin.
Bu hafta sizlere ağız ve diş sağlığı hakkında genel sağlık bilgileri vermeye devam edeceğim. Takip edenleriniz bilecektir, daha önce uzmanlarımız hem erişkinlerde hem de çocuklarda genel diş sağlığı hakkında bilgiler vermişti. Sizlere yeniden hatırlatmak isterim ki diş sağlığı, genel vücut sağlığının ayrılmaz bir parçasıdır ve çok önemlidir. Bu nedenle dişlerimizin bakımını yapmalı ve diş hekimlerine düzenli kontrole gitmeliyiz. Bakın ben gerekirse her hafta aynı şeyi yazarım, yeter ki 3-5 kişiye, çocuklarımıza ve gençlerimize bu alışkanlığı kazandırabileyim. Bu bile bana yeter. “SAĞLIĞINIZI KAYBETMEDEN DÜZENLİ KONTROLE GİDİNİZ”.
Ağız ve Diş Hastanesi yıllardır özlemini çektiğimiz şekilde çok güzel hizmetler veriyor. Öğrendiğime göre bu yıl içinde ihalesi yapılacak ve kısa sürede Merkez Efendi Devlet Hastanesi bahçesindeki yeni binasında çok daha güzel imkanlarda hizmet verecek.
Yıllardır dişimde bir problem olacak diye ödüm kopardı. Ağrıdan veya doktora gitmekten korktuğumdan değil, o sırada çekeceğim eziyetten korkardım. Üniversitenin diş polikliniği var ve kendi çalışanlarına hizmet veriyor. Orada da sağ olsun çok değerli meslektaşlarım yıllardır bana çok yardımcı oldular. Ancak onları aşan problemlerde de bir iki defa İzmir’e gitmek zorunda kaldım ve sadece hekime ulaşmak 2-3 günümü almıştı. Şimdi Manisamızda bu imkanlar mevcut ve bu hızla daha da artacak. Diş hastanesinde 4 adet uzmanımız var. Bunlardan protez uzmanı sevgili Dr.Dt.Neslihan Deliağa bu haftaki konuğumuz. Kendisinden yoğun tempo arasında hızlı bir röportaj yaptım ve protezler hakkında bazı bilgiler verdi. Diş hastanesinde gözlemlediğim bir şey var ki çok yoğun çalışıyorlar. Bana bile zorla vakit ayırıyorlar bu nedenle hepsine çok teşekkür ediyorum.
Sevgili Ahmet abiye acil şifalar dilerim.
Manisada Gündemi okuyun sağlıklı yaşayın.

Manisa Ağız ve Diş Hastalıkları Hastanesi Protez uzmanı Dr.Dt.Neslihan Deliağa: Protezlerin Bakımı Çok Önemlidir!

Dişler ne işe yarar?
Dişler sindirim sisteminin başında besinlerin ufalanıp parçalanmasına, koparılmasına yardım eder. Kendini çevreleyen destek dokuları korur ve gelişmelerini sağlar. Konuşmayı ve seslerin doğru bir şekilde çıkmasını sağlarlar. Estetik olarak yüze bütünlük kazandırır.

Dişler neden çürür?
Diş yüzeyine yapışan bakteriler ve artıkları, karbonhidratlı gıdaların (şeker, un…) ağızda kalan asitli artıkları ve gelişimsel faktörler nedeniyle çürük olabilmektedir.

Çürük tedavisinin amacı:
Çürütücü etkenlerin barınağını ortadan kaldırmak ve dişte oluşan madde kaybını dolgu malzemeleri ile gidererek tekrar çiğneme sistemine dahil etmektir.

Çürük oluşumu nasıl önlenir?
•Florlu bir diş macunu ile dişler her gün 2 defa fırçalanmalıdır.
•Dişlerin ara yüzleri diş ipi veya ara yüz fırçaları ile temizlenmelidir
•Dengeli beslenmeye dikkat edilmelidir
•Düzenli olarak diş hekimine gidilmelidir

Bakteri plağı nedir?
Çalkalamakla çıkmayan; çeşitli bakteri ve hücresel artıkların diş yüzeyine yapışarak oluşturdukları diş rengindeki ince yapışkan tabakaya bakteri plağı adı verilir.

Ne önemi var?
Bakteri plağı istenmeyen 2 olaya neden olur: Diş çürüğü ve dişeti hastalığı. Bakteri plağı temizlenmezse tükürük içerisindeki kalsiyum ile birleşerek diş taşlarını oluşturur.

Protez nedir?
Ağız-diş sisteminde çeşitli nedenlerle oluşan estetik bozuklukların veya kaybedilmiş dişlerin yerine konan, kişilerin estetik, konuşma ve fonksiyonel ihtiyaçlarını gideren tüm yapay oluşumlara AĞIZ VE DİŞ PROTEZLERİ adı verilir.

Neden protez yapılıyor?
•FONKSİYONEL AMAÇ; hastanın yemek yiyebilmesini ve böylece beslenebilmesini sağlamak.
•KOZMETİK AMAÇ; hastanın estetiğini sağlamak.
•FONETİK AMAÇ; hastanın güzel ve anlaşılabilir konuşmasını sağlamak.
•Dişsizlikten kaynaklanan PSİKOLOJİK sorunları ortadan kaldırmak.
•BİYOLOJİK AMAÇ; dokuların devamlılığını ve bütünlüğünü korumak.

Kaç çeşit protez var?
Sabit ve hareketli olmak üzere genel olarak iki çeşit protez vardır. Tek kuronlar, köprüler ve Maryland, laminate gibi ileri uygulamalar sabit protezleri oluştumaktadır.
Bölümlü protezler, tam protezler ve hassas tutuculu protezler ise hareketli protez grubunu oluşturmaktadır. Hassas tutuculu protezler halk arasında takılıp çıkarılabilen protezler olarak bilinmektedir.

Kuron nedir?
Hasarlı bir dişi yeniden eski haline getirmek için dişe uygulanan kaplamadır.

Köprü nasıl uygulanıyor?
Bir veya birden fazla dişin kaybı durumunda; komşu dişlerden destek alınarak mevcut boşlukların doldurulmasını sağlayan tedavi şeklidir.

Köprülerin bakımı nasıl yapılır?
•Diş fırçası
•Diş ipi
•Ara yüz fırçası
•Periyodik dişhekimi kontrolleri

Hareketli bölümlü protezler hakkında bilgi verebilir misiniz?
Çok sayıda diş eksikliği olan olgularda mevcut dişlerden ve dişsiz dokudan destek alınarak hazırlanan, hastanın kendisinin takıp çıkarabildiği protezlere parsiyel protezler adı verilmektedir.
Ağızda hiç dişi kalmamış bireylere uygulanan hareketli protezlere ise tam veya total protez denilmektedir.

Protez plağı nedir ve ne gibi zararları olur?
Protez yüzeyi mikroorganizmaların üremesi için oldukça elverişli bir ortamdır. Protez yüzeyinde oluşan bakteri plağına protez plağı adı verilir, temizlenmezse diş taşına dönüşür.

Hareketli protezlerin bakımı nasıl yapılmalı?
•Protezler günde en az 2 kez fırçalanmalıdır.
•Protezler, içinde su bulunan geniş bir kap veya nemli bir bez üzerinde fırçalanmalıdır. Böylelikle elinizden kayıp düşmesi halinde kırılma olasılığı azaltılmış olur.
•Protezlerinizi çamaşır suyu, por-çöz gibi kimyasal temizleyicilerle temizlemeyiniz.
•Haftada 1 kez doktorunuzun önereceği protez temizleyicilerini kullanabilirsiniz
•Protezler ağızda olmadıkları süre içinde nemli tutulmalıdırlar, ıslak bir havluya sarılarak saklanabilirler. Protezlerinizi kesinlikle sıcak su içine koymayınız.
•Doktorunuza danışmadan yapıştırıcı macun ya da tozları kullanmayınız.
•Protezler ağızdan çıkarılmalı, sert kıllı bir diş fırçası ya da protez fırçası ile aşındırıcı içermeyen macun ya da sabun ile temizlenmelidir.
•Protezlerinizin yanı sıra kendi dişlerinizin, özellikle üzerine kanca gelen dişlerin temizliğinde daha da titiz davranmalısınız. Protezin tutunmasında, taşınmasında ve uzun ömürlü olmasında önemlidir.