Sayfalar

21 Temmuz 2010 Çarşamba

ÖFKE VE YÖNETİMİ

Sevgili Manisalı hemşerilerim,
Geçen hafta izin dönüşü saç traşımı olmak için kuaförüme gittim. “Bir haftadır buralarda değildim, neler oldu şehrimizde? Bir değişiklik var mı?” diye sordum. Genel olarak Manisaspor’un transferlerine şüpheyle yaklaşılıyor. Özellikle hocanın daha önce düşen bir takımın hocası olması, bir önceki takımında çok başarılı olmaması halkımızı tedirgin ediyor. İnşallah başarılı sonuçlar alınırda bu şüpheler ve tedirginlik boşa çıkar. Bu sene futbol trafiği daha hızlı olacak gibi görünüyor. Özellikle Akhisarspor’un da 1. Lige çıkması, İzmir’den Bucaspor’unda katılması bölgemizi hareketlendirdi. Bölge takımlarımızın hepsine başarılar diliyorum.
“Futbol dışında başka değişiklikler olmadı hiç” dediğimde ise 2 cinayet olduğunu anlattılar. Ayrıntılarına girmeyeceğim ama o an bu konuya nasıl katkı sağlayabilirim diye düşündüm. Hemen “Öfke Yönetimi” nedir? Nasıl sağlanır? Sorularının yanıtlarını bulmak için Akıl ve Ruh Sağlığı Hastalıkları Hastanesinin yolunu tuttum. Sağ olsun başhekim Dr.Ahmet Ayer hemen yardımcı oldu ve konunun uzmanları ile beni tanıştırdı. Psikiyatri uzmanı Dr.Doğan Işık konu hakkında değerli bilgiler verdi ve psikolog Özlem Eryılmaz’da nasıl psikoterapi yaptıklarını anlattı.
Bu arada tıp fakültesini bitiren doktorlar daha sonra bir 5 yıl daha uzmanlık eğitimi alarak psikiyatrist olabiliyorlar. Dört yıllık, başka bir fakülte olan Psikoloji bölümünü bitirenler ise psikolog oluyorlar. Psikologlar psikoterapi seansları ile tedaviye destek oluyorlar ancak ilaç yazma yetkileri yok.
Öfke aslında normal ve sağlıklı bir duygudur. Ama kontrolden çıkıp da yıkıcı hale dönüştüğünde, okul ya da iş hayatınızda, kişisel ilişkilerinizde sorunlara yol açar. Bu konularda çok çeşitli rahatlama ve gevşeme teknikleri var. Ancak bana göre en önemli olan konu, sizin öfkelendiğinizi, yakınlarınızı veya etrafınızdakilerle ilişkilerinize zarar verdiğinizi kabullenmenizdir. Ardından da “bu sorunu çözmek istiyorum” diyerek arzunuzu, isteğinizi ortaya koymanız gerekiyor. Gerisi kolay. Ben başka şeyler düşünmeye ve düşüncelerimi farklı konulara yönlendirmeye çalışıyorum.
Sonuçta yaşam her zaman için engellerle, acılarla, kayıplarla ve diğer insanların onlardan beklemediğiniz davranışlarıyla dolu olacaktır. Bunu değiştiremezsiniz. Ama bu olayların sizi etkileme biçimini değiştirebilirsiniz. Kızgınlık ve öfke tepkilerinizi kontrol ederek, uzun vadede onların sizi daha mutsuz kılmasını önleyebilirsiniz. Yine de başarısız oluyorsanız uzmanlarımıza başvurabilirsiniz.
Bu hafta rahmetli babamın bana sık sık söylediği bir sözüyle kapatıyorum. Unutmayın “gerçek pehlivan öfkesini yenendir”.
Sağlıkta Gündem’i okuyun sağlıklı yaşayın.

Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr.Doğan Işık: Öfke Ne Zaman Bir Sorundur?

Öfke nedir?
Her insanda doğal olarak ortaya çıkan bir duygu olan öfke; engellenme, incinme veya bize gözdağı verilmesi karşısında gösterilen kızgınlık, hışım, hiddet ve saldırganlık tepkisidir.

Öfkenin Yönetimi nasıl olmalı?
Öfke duygularıyla başa çıkmak için ifade etme, bastırma ve sakinleştirme gibi bilinçli ya da bilinçsiz bazı yollar kullanırız. Bunlar içinde en sağlıklı olanı öfkeyi saldırganlıkla değil de sözel olarak ifade etmektir. Öfke doğru bir biçimde ifade edilemezse ve bastırılırsa bir süre sonra bu duygu kişinin kendisine döner ve yüksek tansiyon, sedef, ülser, alerjiler, migren gibi psikosomatik rahatsızlıklar, panik atak, kaygı bozuklukları ya da depresyon gibi sorunlara yol açabilir. Nefes alıp verişlerinizi, kalp atış hızınızı kontrol ederek, kendinizi fizyolojik olarak sakinleştirip, içinizdeki öfke duygusunu hafifletebilirsiniz.

Öfkemizi boşaltmak iyi midir?
Uzmanlar artık bunun çok yanlış ve tehlikeli bir inanç olduğunu göstermişlerdir. Bazı insanlar bu inancı, diğer kişileri incitmek için verilmiş bir onay gibi algılamaktadırlar. Araştırmalar, kızgınlık duygusunun boşaltılmasının kızgınlık, öfke ve saldırganlığı daha çok arttırdığını ve sorunu çözmek için hiçbir yararı olmadığını göstermektedir. Onun için en iyisi, kızgınlığınızı neyin tetiklediğini bulmanız ve kendinizi kaybetmeden, bu nedenlerle başa çıkabileceğiniz stratejileri geliştirmenizdir.

Hangi yöntemler öfkenizin taşmasını önler?
Öfkeyi doğru ifade etme becerisini kazanmaya “öfke kontrolü” denir. Öfke kontrolünde temel amaç; saldırganlıktan uzak, şiddet içermeyen, kişinin kendisine ve çevresindekilere zarar vermeyecek şekilde duygusunu ifade etme becerisini kazanmasıdır. Öfke kontrolünü öğreten pek çok yöntem vardır. Doğru yöntem kişiden kişiye değişir. Genel olarak öfke kontrol yöntemleri; bilişsel, duyuşsal, iletişim, duygusal ve davranışsal boyutları içerir.

“Her zaman” veya “asla” diyen kişilerde öfke daha çok mu görülüyor?
Farkında olmadan çok sık kullandığımız “asla!” ya da “her zaman!” gibi sözcükler aynı zamanda kızgınlık duygunuzu, öfkenizi besleyerek haklı olduğunuzu düşünmenize de yol açar ve siz durumla ilgili yargıyı vermiş olduğunuzdan, problemin çözümüne de katkıda bulunmaz.

Toplumumuzda öfke patlaması ne sıklıkta ve nedenleri nedir?
Çok sık görülmekte ve her zaman karşımıza çıkmaktadır. Genetik ya da fizyolojik nedenlere göre bazı insanların doğuştan sinirli, alıngan ve kolayca kızabilen huyda olduklarına dair görüşler vardır. Sosyo-kültürel nedenlere göre de genellikle toplumumuzda öfke olumsuz ve kabul görmeyen bir duygu olarak görülmekte bu nedenle çocukluktan itibaren öfkemizi kontrol etmeyi öğrenmemekte ve genelde öfkemizi gelişigüzel dışa vurmaktayız. Bizim öfke patlaması atağı ile gördüğümüz bireyler daha çok depresyon, kaygı bozuklukları, kişilik bozuklukları ve alkol madde kötüye kullanımı gibi rahatsızlığı olan insanlar olmaktadır.

Elimizden bir şey gelmediği ve de haklı olduğumuz durumlarda öfkelenmek normal değil mi?
Evet, normal ama öfkelendiğimizin farkında olmamız önemli. Bu farkındalık ve onu ifade etmek kendimize ve etrafımıza zarar vermemizin önüne geçmeli, öfke patlamasına neden olmamalı.

Kendimden örnek vermek istiyorum: dinlenebileceğim nadir hafta sonunda bahçemde keyif yapacağım derken karşıdan devamlı, istemediğim bir eğlence gürültüsünü bütün gece dinlemek zorunda olmam karşısında öfkelenmem normal bir davranış değil mi?
Biraz önce de bahsettiğimiz gibi her zaman öfke olması gereken bir duygudur. Azıda çoğu da zararlı tabi ki. Önemli olan öfkelendiğimizin farkında olmak ve onunla baş etmek diyebiliriz.

Kendimizi rahatlatabilmek için birkaç pratik ipucu verebilir misiniz?
Size bu olay karşısında önce gevşemeye çalışmanızı ardından düşünme tarzınızı değiştirmenizi, problemi çözmeye çalışmanızı, daha iyi bir iletişim kurmanızı yine de öfkeniz yatışmadıysa mizaha başvurmanızı ya da çevrenizi değiştirmenizi öneririm.
Danışmanlığa ihtiyaç duyup duymadığımıza nasıl karar vermeliyiz?
Eğer öfkenizin, kontrolünüz dışına çıktığını düşünüyorsanız, ev ve iş hayatınızın önemli boyutları bu duygudan etkileniyorsa, bir uzmana başvurabilirsiniz.

Öfke kontrolünü nasıl sağlıyor, tedavi ediyorsunuz?
Danışanlarımızın başta öfkelerinden haberdar olmalarını ve ardında baş etmeleri için bazı yöntemleri deniyoruz. Eğer bize başvuranlarda öfke patlaması duygu durum bozukluğu, kaygı bozukluğu, panik bozukluk, kişilik bozukluğu ya da alkol madde bağımlığına eşlik ediyorsa ilaç tedavisi ve psikoterapi öneriyoruz.

Akut öfke anında hemen kullanabileceğimiz bir ilaç veya yöntem var mı?
İlk yapılması gereken gevşemek olmalı bunu nefes egzersizi, telkin ya da sakin bir ortamı hayal ederek yapabiliriz. Tüm bu yöntemlere rağmen öfkeniz azalmıyor size zarar vermeye başlıyor ve bazı rahatsızlıklara neden oluyorsa; örneğin çarpıntı, ellerde titreme, boğulma hissi, panik atak, yüksek tansiyon, aşırı sinirlilik gibi hemen o an bir rahatlık sağlamak için sakinleştirici öneriyoruz. Öfke atağı dindikten sonra durumu danışan ile birlikte değerlendirip uygun tedaviyi şekillendiriyoruz. Bu tedavi bazen ilaç tedavisi bazen psikoterapi bazen de her ikisini birden içerebiliyor.

Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Çocuk ve Ergen Servisi Psikoloğu Özlem Eryılmaz: Öfke Yönetimi

Öfke kontrolünde psikoterapinin yeri nedir?
Öfke kişiler tarafından farklı şekillerde yaşanabiliyor. Öfkeyi bastırmak, görmezden gelmek, kaçınmak, ifade etmemek gibi teknikler öfkenin kontrol edilmesinde kimi zaman faydalı olsa da, her zaman bunları kullanmak, öfke ile etkili bir biçimde baş edilmediğinin bir göstergesi olabilir. Psikoterapi; öfke duygusunun tanınması, fark edilmesi ve işlevsel bir şekilde ifade edilmesi için gerekli olan öfke yönetimi becerilerinin kazandırılmasına yardımcı olmaktadır. Bireysel ve grup olarak öfke ile çalışılabilmektedir. Öfkeyi yok edemezsiniz, tüm çabalarınıza rağmen sizi öfkelendirecek olaylar olacaktır, bunu değiştiremezsiniz. Ama bu olayların sizi etkileme biçimini değiştirebilirsiniz.

Öfke kontrolü için grup terapisine katılma veya başvuru koşulları nelerdir?
Öfkesini kontrol etmekte güçlük çektiğini düşünen, öfkesini doğru ifade edemediğini düşünen, öfkesi ile başa çıkamayan, günlük hayatta bu konuda çevresiyle sıkıntıya yaşayan herkes bu gruplara katılabilir. Bu konu ile ilgili özel olarak çalışmalar yapan kurumlar da mevcut. Hastanelerin yataklı servisinde öfke sorunu yaşayan kişilerle bireysel ve grup çalışmaları yapılıyor. Ceza infaz kurumlarındaki tutuklu ve hükümlülerle de çocuk ve yetişkin uygulamaları olmak üzere bu konuda grup çalışmaları yürütülüyor.

Normal veya hastalık ayrımında kriterler nelerdir?
Öfke; canlıların varlığını tehdit eden bir durum karşısında sergiledikleri evrensel bir tepkidir. Bu duygu kişinin kendini korumasına, savunmasına, sorunlarıyla savaşıp baş etmesine yardımcı olur. Öfke uygun bir düzeyde olumlu kullanıldığında kişiye inanç, güç, enerji, dikkat, istek sağlar. Ancak öfke kızgınlıkla saldırgan ve öç alıcı şekilde ifade edildiğinde enerjiyi tüketme, kendine kızgınlığı arttırma, performansını sergileyememe, sorunlarla başa çıkmayı engelleme, kişiyi hassaslaşmasına neden olduğu için kolay etkilenmeye neden olur. Bu anlamda bakıldığında belirli bir düzeyde ve doğru olarak ifade edilen öfke aynı zamanda kişinin harekete geçmesinde yardımcı olan varoluş için gerekli bir duygudur. Ancak bizi kızdıran her durum karşısında yazılı ve sözel kuralları önemsemeden sözel veya fiziksel saldırgan tepkiler göstermek öfke kontrolünün olmadığı ve öfkenin işlevsel bir biçimde kullanılmadığına işaret etmektedir. Burada ilk olarak “öfke” ve “öfkeli tepki vermek” arasındaki fark üzerinde durmak gerekiyor. Önemli ve ayırt edici olan öfkelendikten sonra verilen tepkilerdir. Terapide de hedef kişinin öfke duygusunu ifade etmesini önlemek değil, öfkeli tepki vermesini önlemektir.

Psikoterapi seansları ne kadar sürüyor?
Literatürde psikoterapi ekolleri buna farkı yanıtlar verebiliyor. Haftada bir kez olmak üzere kısa süreli terapilerde 12- 15, uzun süreli terapi ekollerinde ise 15-25 olarak bu sayı değişebiliyor. Farklı psikolojik yaklaşımlar öfkeyi, oluşumunu nedenlerini ve öfke çözümünü farklı şekillerde ele alması ve öfkenin çoklu bir yaklaşım gerektirmesi nedeniyle çalışmalarda eklektik bir yaklaşım izlemek gerekiyor.

Psikoterapide sadece tedavi mi ediyorsunuz yoksa zaman zaman kullanabileceğimiz pratik bilgiler de veriyor musunuz?
Aslında her ikisinin de yapıldığı söylenebilir. Öfke ile çalışırken temel olarak kişinin kendi duygu düşünce ve davranışlarının farkına varması üzerinde çalışılmaktadır. Öfkeli kişiler genelde, verdikleri tepkileri hatırlamadıklarını ifade ederler ve öfkeli oldukları sırada davranışlarının sonuçlarını düşünmeden hareket ederler. Hayattan ne kadar talepkar olduklarının haklı ve doğru olduklarına dair sorgusuz inançlarının ve öfkeye asıl neden olan kendileri ile ilgili temel düşünce ve duygularının farkında da değildirler.
Kişinin kendini çaresiz hissetmesi ya da başka türlü nasıl davranacağını, nasıl sorunlarını çözeceğini bilmemesi öfkeli tepki vermesine yol açtığından öfke ile baş etme konusunda kişilere pratik örmekler de veriyoruz. Zihinsel egzersizler, gevşeme teknikleri uygulama, öfke kontrolünde mizahı kullanma, nefes egzersizleri, öfkeyi aktarma, zihinsel tekrarları kullanma, bedensel sinyallerini fark etme, sorunun çözümünü erteleyebilme gibi pratik bilgiler de kişiye veriliyor ve nasıl uygulanacağı seanslarda birlikte çalışılıyor.

Öfke kontrolü için uyguladığınız terapi hakkında bilgi verebilir misiniz?
Genel olarak öfke kontrol yöntemleri; bilişsel, duyuşsal, iletişim, duygusal ve davranışsal boyutları ile kişinin öfke yaşantısını yeniden yapılandırmasını içerir. Daha önce de söylediğimiz gibi öfkeyi yok edemezsiniz, her zaman sizi öfkelendirecek olaylar olacaktır, bunu değiştiremezsiniz. Fakat öfkemizi sağlıklı ifade etmeyi, değiştirebiliriz. Bu nedenle terapide, kişide düşünce, duygu ve davranışlarının kendi sorumluluğu olduğu fikrini geliştirmek, öfkenin doğal bir duygu olduğu fikrini örneklerle göstererek, öfke yaratan durum ve koşullarda bireysel tepkilerini tanımalarına yardımcı olmak, öfke anında tepkilerini fark ettirerek uygun tepkilerin oluşmasında destek sağlamak, olumlu ve yıkıcı yanları ile öfkeyi değerlendirerek, kişinin yaşamına etkilerini birlikte değerlendirmek bunun olumlu sonuçları görmesine yardımcı olmak üzerinde çalışılmaktadır.
Terapide, kişinin temel bilişsel ve duygusal yapısının farkına varmaya başlaması ve bunları ifade edebilmesi için hastanın güçlendirilmesine çaba gösterilmelidir. Kişiler kendilerini ve çevrelerini olumsuz değerlendirdiklerinde, sevilmeyen ve sevilmeyecek bir insan olduklarını düşündüklerinde öfkeli tepki vermeye daha eğilimli olurlar. Kişinin bu aşamada ya hep ya hiç tarzı düşünme, başkalarını olumsuz değerlendirme, karşısındakinin düşüncelerini okuma, çevredekilerin yalnızca belirli davranışlarını algılama, kişiselleştirme, ben hep haksızlığa uğruyorum gibi çarpıtılmış- hatalı düşünce ve inançlarını ele alarak bunların yerine geçebilecek sağlıklı alternatif tepkileri bulmasına yardımcı olmak gerekiyor. Kişi öfkesini kontrol etseydi hayatında ne değişirdi, geçmişte öfkeli tepki verdikleri bir durum kendi ve çevrelerine nasıl bir zarara yol açtığı üzerinde duruyoruz. Rol-oynama, beceri eğitimi, olasılık üretilmesi, problem çözmek hayal kurma, kas gevşetme teknikleri ev ödevleri, öfke günlükleri de terapinin için yer alıyor.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Pankreas Kanseri

Sevgili Manisalı hemşerilerim,
Bu hafta sizlere en kötü kanser tiplerinden biri olan pankreas kanseri hakkında bilgi vermeye çalışacağım. Bildiğimiz gibi pankreas eksikliğinde şeker hastalığına yol açan insülin salgılamaktadır. On iki parmak bağırsağının içerisinde, birinci ve ikinci bel omurlarının önünde yer alan pankreas ayrıca sindirim enzimleri salgılamaktadır. İşte bu organdan kaynaklanan kanser erken bulgu vermediği için çok geç tanı konulabiliyor. Erken tanı konulduğu durumlarda bile 5 yıl yaşama şansı ortalama yüzde 20 civarındadır.
Pankreas karın içi organları arasına gizlenmiş bir organ. Bulunduğu yer itibariyle belirti vermiyor. Ayrıca pankreasın etrafında onu koruyacak bir dokusu ve kapsülü yok, onun için etraftaki doku ve organlara çok çabuk sıçrayabiliyor. İşte bu nedenlerle tehlikeli bir hastalık. Peki ne yapabiliriz? İşte her zaman söylediğim şeylere dikkat edebilirsiniz. Birincisi, sağlıklı beslenmeliyiz! Ruhsal olarak ta sağlığımıza dikkat etmeliyiz ki bağışıklı sistemimiz güçlü olmalı. İkincisi, sağlık günümüz olmalı! Yani şikayetimiz olmadan doktora kontrole gitmeliyiz. Üçüncü olarak bu hastalığa özgü aşırı alkol almak tehlikeli gibi görünüyor. Alkol alınsa bile belirli dozda ve mutlaka arada en az 1 hafta almadığınız günler olmalı ki karaciğer kendini tamir etsin.
Hepinizin tanıyacağı rahmetli Şener Giritligil abimde maalesef bu hastalık nedeniyle ölmüştü. Kendisi çok alkol almazdı ama sigarayı değil içmek adeta yerdi. Allah kendisine rahmet eylesin. Pankreas kanserinden hayatını kaybeden ünlü isimler arasında İtalyan tenor Luciano Pavarotti, prodüktör Arif Mardin ve gazeteci yazar Ufuk Güldemir de bulunuyor. Bunun dışında sinema sanatçısı Patrick Swayze ve Galatasaray kulübü eski başkanı Özhan Canaydın’da pankreas kanseri nedeniyle ölmüştü.
Belirsiz karın rahatsızlıkları genellikle pankreas kanserinde tümörün gelişimini gösteren tek belirtidir. Diğer bir belirti de karnın arka tarafından yayılan ve eğilince etkisini gösteren acı verici ağrılardır. İştahınız kapanır ve kilo kaybetmeye başlarsınız. Çoğu pankreas tümörü pankreasın baş tarafını etkiler. Büyüdüklerinde ise karaciğerden ve safra kanallarından bağırsaklara giden kanal çıkışlarını tıkarlar. Bu da bilirubinin artışını tetikler. Sarılık, kaşınma, kahverengi sıvı idrar ve açık kil rengi katı idrar bu belirtilerin devamıdır.
Bu konuda doğal beslenmeyle ilgili olarak birkaç uyarıda bulunmak istiyorum. İnsanoğlu doğal olarak çaresizlikle karşılaştığında her şeyi araştırır. Ancak unutmayın ki bu durumlar aynı zamanda spekülasyonların, kandırmacaların da en çok olabileceği durumlardır. Bu nedenle alabileceğiniz en önemli tedbir yağlı gıdalardan uzak durmak ve posalı meyve-sebzeler tüketmektir. Düşünün ki çok zengin, meşhur insanlar bile bu hastalıktan ölüyor. Gerçek bir çözüm olsa, ona sahip olan Nobel ödülü alır ve yedi ceddine yetecek para kazanırdı. Niye gizli olsun, bilmem ne köyündeki bilmem ne otu iyi geliyor olsun ki? Birde bu açıdan düşünün.
Tanı ile ilgili sorularımı üniversitemiz gastroenteroloji hocası Doç.Dr.Ender Berat Ellidokuz yanıtladı. Tedavi ile ilgili sorularımı ise yine üniversite hocalarımızdan genel cerrahi uzmanı Doç.Dr.Yavuz Kaya yanıtladı. Umarım faydalanırsınız.
Sağlıkta Gündemi takip edin sağlıklı yaşayın.

CBÜ Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Uzmanı Doç.Dr.Ender ELLİDOKUZ: PANKREAS KANSERİ ÖLÜMCÜL BİR HASTALIKTIR.

Pankreas kanseri nedir?
Pankreas dokusu hücrelerinden köken alan kanserlerdir. Pankreas, besinlerin ince bağırsaktan emilebilmesi için parçalayan enzimler ve insülin gibi hormonları salgılamaktadır. Kanseri de bu grup hücrelerden gelişmektedir.

Günümüzde tanı sonrası ortalama yaşam süresi nedir?
Yaşam süresi tanı anında hastalığın yaygınlığına bağlıdır. Yaşam süresi genellikle hastalık yaygın aşamada tanınabildiği için kötüdür. Hastaların ortalama %5’i tanıdan sonraki beş yılı görebilmektedir.

Risk faktörleri nelerdir?
50 yaştan sonra hastalığın sıklığı aniden artmakta, tanı anında hastaların çoğunluğu 60-80 yaş civarındadır. Sigara içmek, aşırı kilo, alkol kullanımı ve şeker hastalığı bu hastalık için artmış risk oluşturmaktadır. Ailesinde pankreas kanseri olanlarda da risk artmaktadır.

Bulguları nelerdir?
Hastalık gelişme sürecinde genellikle erken belirti vermez. İleri dönemde oluşan belirtiler genellikle pankreasın komşuluğundaki dokulara tümörün yayılma ya da etkisi ile oluşur. Göbeğin üst kısmında oluşan, hastalar tarafından tam tarif edilemeyen dolgunluk, yanma şeklinde ağrı genellikle tümörün genişlemesine ya da sinirleri etkilemesine bağlıdır. Sarılık, bulantı, kusma ve idrar renginde koyulaşma diğer belirtileridir. Ortaya çıkan şeker hastalığı, bazen öncül habercisi olabilir.

Nasıl tanı koyuyorsunuz?
Tanı genellikle bilgisayarlı tomografi, ultrasonografi gibi görüntüleme yöntemleri ile konulmaktadır. Kuşkulu durumlarda tanı pankreastan yapılacak biyopsi ile kesinleştirilmektedir.

Pankreas kanserinden korunmak mümkün mü? Örneğin “zerdeçal” gibi bir takım doğal koruyucu bitkiler var mı?
Pankreas kanserlerinden korunmak amacıyla yapılabilecekler sınırlıdır. Daha önce bahsettiğimiz gibi sigara ve alkolden uzak durmak gibi değiştirebileceğimiz risk faktörlerini azaltmak dışında pek seçeneğimiz yoktur. Kolon ve diğer bazı kanserlerde mümkün olan erken tanı araçları bu hastalık için yoktur. Bu nedenle korunma daha önem taşımaktadır. Doğal ürünlerle ilgili bilimsel çalışmalardan korumaya yönelik olanlar çok sınırlıdır. Özellikle yan etkilerini bilemediğimiz bu tip olası faydalara dikkatli yaklaşmalıyız.

CBÜ Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Uzmanı Doç.Dr.Yavuz KAYA: Pankreas kanser ameliyatı özel deneyim gerektirir

Pankreas kanseri tedavi edilebilir mi?
Pankreas kanseri çoğunlukla iyileştirilebilir bir hastalık değildir, ancak tedavi edilebilir bir hastalıktır. Bununla şunu demek istiyorum; iyileştirmek terimi hasta olan organı hastalıktan önceki normal haline geri getirmek anlamında kullanılır. Bu durum pankreas kanserinde mümkün değildir. Ancak, kanserli pankreas kısmını çıkararak kanserin neden olduğu sorunları ortadan kaldırmak mümkündür. Buna tedavi denilmektedir.

Tedavi yöntemleri nelerdir?
Pankreas kanserinin tedavi yöntemleri arasında ameliyatla kanserli pankreas bölümünün çıkarılması, kemoterapi yani kanser ilaçları ile tedavi ve radyoterapi yani ışın tedavisi başlıca tedavilerdir. Bunlar arasında en iyi sonucu aldığımız ve mümkün olan her durumda öncelikle yapılması gereken ameliyatla tedavidir. Bazen kanserin özelliklerine göre bu üç tedaviyi birlikte kullanmamız da gerekebilir. Bu temel tedavilerin yapılamadığı durumlarda kanserin yol açtığı sorunları ortadan kaldırmak ve hastanın kalan yaşamını rahat bir şekilde sürdürebilmesine yardımcı olabilecek endoskopik işlemler veya ultrason ve tomografi gibi görüntüleme cihazları altında yapılan ameliyatsız işlemler de uygulanabilir.

Hangi durumlarda ameliyat yapıyor hangi durumlarda diğer tedavileri uyguluyorsunuz?
Pankreas kanserinin ameliyatı samimiyetle söylemek gerekirse bir insanın olabileceği en ağır ameliyatlardan biridir ve aynı zamanda ameliyatı yapan cerrahi ekip içinde en zorlu ameliyatlardan biridir. Bu nedenle ciddi anlamda deneyim ve uzmanlık gerektirir. Hemen her kanserde her zaman erken tanının önemi üzerinde halkı bilgilendirmeye çalışırız. Erken tanı hastaya gerçekten faydası olacak tedavilerin yapılabilmesi açısından pankreas kanserinde diğer tümörlere göre çok daha fazla önem arz eder. Pankreas vücutta oldukça önemli bir yerde bulunmaktadır. Çevresinde çok yakın komşuluk içinde bulunduğu hayati büyük damarlar ve dokular vardır. Ameliyatla hastaya fayda sağlayabilmek için bu hayati yapıların kanser tarafından tutulmadan tanı konulması son derece önemlidir. Eğer bu aşamada tanı konulmuşsa ilk tercih ettiğimiz tedavi şekli ameliyatla kanserli pankreas kısmının çıkarılmasıdır. Eğer hayati yapılar kanser tarafından tutulmuş veya kanser uzak organlara yayılmışsa kanserin neden olduğu sorunları çözmeye yardımcı olacak daha küçük boyutlu ameliyatlar veya yukarıda bahsettiğim diğer tedavileri tercih ediyoruz.

Pankreas kanseri ameliyatını kısaca anlatabilir misiniz?
Yapılacak ameliyatın şekli kanserin pankreas içinde yerleşimine göre bazı farklılıklar göstermektedir. Standart olarak en çok uyguladığımız ameliyat şekli kısaca şöyle. Anatomik yakın komşulukları nedeni ile kanserli pankreas kısmı, beraber on iki parmak barsağı, midenin alt yarısı, ince barsakların ilk 10-15 cm’lik bölümü, safra kesesi, safra yolları ve tüm bunların çevresinde kanser hücrelerinin kendisine yayılım yolu olarak kullandığı lenf kanalları ve bezleri denilen dokuları bir bütün halinde çıkarıyoruz. Kalan mide, safra kanalları, pankreas dokusu ve ince barsak arasında yeni ve uyumlu ağızlaştırmalar yaratıyoruz. Ameliyattan sonra sindirim sisteminin çalışma mekanizması tamamen değişmiş oluyor. Ancak hastalar buna kısa süre içerisinde uyum sağlıyor ve dikkat etmeleri gereken bazı noktalarla beraber normal şekilde beslenmelerine devam edebiliyorlar.

Ameliyattan sonra hastaların dikkat etmesi gereken konular var mı?
Böyle bir ameliyattan sonra en önemli nokta hayat boyu ameliyatı yapan cerrahın kontrolünde olmaktır. Hastaların, kendilerine söylenecek olan zaman aralıklarında mutlak şekilde kontrol, muayene ve tetkiklerine uymaya azami dikkat etmeleri gerekiyor. Öte yandan konforlu bir yaşam için, sindirim sisteminin çalışma mekanizmasının tamamen değişmesinden dolayı ameliyattan sonraki erken dönemde doktorunun önerdiği beslenme şekline uymaları ayrı bir önem arz ediyor.

Şeker hastalığı Pankreas kanserine neden oluyor mu?
Şeker hastalığının pankreas kanserine neden olduğuna dair kanıtlanmış bir bilimsel veri yok. Ancak tersi bir durum söz konusudur. Çok nadiren, pankreas kanserinin kendisi şeker hastalığına neden olabiliyor. Ancak bu durumun pankreas kanserini olumlu ya da olumsuz etkilediği söylenemez. Çok nadiren de olsa, pankreas kanserine ait belirtiler ortaya çıkmadan önce şeker hastalığının başlaması erken tanının konulabilmesi açısından bir avantaj sağlayabiliyor.

Pankreas kanserli hastalar için genel önerileriniz nelerdir?
Söyleşimizden anlaşılacağı üzere pankreas kanseri zor bir hastalıktır. Ancak hastalar bu zorluk karşısında kesinlikle yalnız değiller. Her hasta için ona özgü farklı bazı uygulamalar yapılması gerekebilir. Bu uygulamalar sonrasında takip edilmesi ve yapılması gerekenleri genel öneriler başlığı altında sıralamak oldukça zor. Bu nedenle, bu konuda, her zaman için konuyla ilgilenen deneyimli bir cerrahın ve gastroenteroloji uzmanının kontrolünde olmanın en önemli nokta olduğunu düşünüyorum.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

DEPRESYON: Her Psikiyatri Kontrolü Deli Olduğunuzu Göstermez!

Sevgili Manisalı hemşerilerim,
Yıllar önce tıp fakültesi öğrencisiyken, o yılların meşhur hocalarından Prof.Dr.Cevdet Arsan’ın psikiyatri dersinden sonra ben de dahil pek çok arkadaşım anlatılan hastalıkların bizlerde de olduğunu zannetmiştik. Evet; psikiyatrideki hastalıkların çoğu aslında gündelik yaşamda hepimizde az-çok olan şeylerdir. Bunların makul bir süre içinde çözülememesi veya çok yoğun yaşanması durumunda psikiyatrik hastalıklardan bahsedebiliriz.
Çok sevdiği yakınını kaybeden bir kişinin bir süre üzgün olması kadar doğal bir şey yoktur. Ancak bu süre çok uzarsa veya günlük aktivitelerini engeller hale gelirse işte bir uzmana danışılma zamanı gelmiş demektir. Veya kendisine kanser, kronik önemli bir hastalık tanısı konulan bir kişi içinde benzer durum söz konusudur. Kendi kendine bu süreci atlatmak için benim danıştığım uzmanlar 6 hafta ile 3 ay arasında bir zaman diliminin normal olabileceğini belirttiler. Bu saydığım durumlar dışında mutlaka bir uzmana danışmalısınız.
Daha düne kadar “sizin bir psikiyatri kontrolü olmanız iyi olur” dediğim çoğu hasta yüzüme sanki küfür etmişim gibi bakardı. Bazıları içinden ama bir kısmı da yüzüme “ben deli miyim doktorum” derlerdi. Artık bu tür önerilerimiz çok mantıklı karşılanıyor, hatta bazen hasta yakınlarından bu tür öneriler sunuluyor.
Günümüzde stres faktörleri çok fazla ve insanlar her açıdan daha bireysel-bir başına yaşıyorlar. Dahası kapitalist sistem etrafımızdaki herkesi ve her şeyi yerimizde gözü olan olası bir düşman olarak algılattığı için; etrafımızda dertleşip konuşabileceğimiz yani “deşarj-boşalma” yapabileceğimiz dostlarımız kalmadı. Bunun sonucu da bu tür psikiyatrik hastalıkların arttığını düşünüyorum. Mutlaka başka nedenler de var ama bunlar da benim düşüncelerim.
Peki bugünkü konumuz depresyona gelince, böyle bir hastalığın olduğuna nasıl karar vereceğiz? Bununla ilgili ipuçlarını Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi Başhekimi Dr.Ahmet Ayer’in yazısında bulabilirsiniz. Öğrenciliğimden bu yana bildiğim bu hastanede kendisi çok güzel hizmetler veriyor. Hem bu hizmetleri hem de bizlere verdiği değerli bilgiler için kendisine çok teşekkür ederim. Kendinizde veya yakınınızda bu bulguları gözlerseniz hemen bir psikiyatri uzmanına başvurunuz. Manisa psikiyatri uzmanı konusunda oldukça zengin. Hem Ruh ve Akıl Sağlığı Hastanesinde hem de üniversitede çok değerli uzmanlarımız var. Bu hafta depresyon tedavisi ile ilgili sorularımı da üniversiteden hocamız Prof.Dr.Ömer Aydemir’e yönelttim. Daha çok tedavisi ile ilgili verdiği değerli bilgiler için kendisine çok teşekkür ederim.
Bu arada teknoloji çok güzel bir şey. Şuan Datça’nın sakin bir köyü olan Yakaköy-Palamutbükü’nde tatildeyim. Burada bile her türlü teknolojik imkan var ve bu sayede yazılarımızı, işimizi yapmaya devam edebiliyoruz.
Bu arada gazetede okudum, üniversite binamızın resmi açılışı olmuş; şehrimize hayırlı olsun. Haftaya görüşmek üzere. “Sağlıkta Gündem”i okuyun, sağlıklı yaşayın.

6 Temmuz 2010 Salı

Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Dr.Ahmet Ayer: Depresyon Cinsel Yaşamıda Etkiler!

Depresyon nedir?
Aşağıdaki semptomlardan beşinin yada daha fazlasının 2 haftadan uzun sürede olması
1-İlgi kaybı yada artık zevk alamama.
2-Depresif duygu durum.
3-Kendini üzgün ya da boşlukta hissetme.
4-Gün boyu süren, tüm etkinliklere karşı ya da etkinliklerin çoğuna karşı ilgide belirgin azalma veya bunlardan eskisi gibi zevk alamama.
5-Kilo kaybı yada kilo alımı.
6-Uykusuzluk ya da aşırı uyuma.
7-Huzursuzluk ya da kendini ağırlaşmış hissetme.
8-Yorgunluk, bitkinlik ya da enerji kaybının olması.
9-Değersizlik ya da suçluluk duyguları.
10-Düşüncelerine belirli bir konu üzerinde yoğunlaştıramama ya da kararsızlık.
11-Yineleyen ölüm düşünceleri.

Depresyonu Tetikleyen Hastalıklar Nelerdir?
İnme.
Epilepsi.
Kanser.
Anemi.
Diyabet.
Kalp hastalıkları.
Tiroid hastalıkları.
AIDS-HIV.
Parkinson hastalığı.
Demansiyel hastalıklar.
Multipl Skleroz.
Fibromiyalji.
İlaçlara bağlı olarak.

Depresyon en çok kimlerde görülür? risk faktörleri var mı?
Depresyon Kadınlarda erkeklerden iki kat daha fazla görülür. 18-44 yaşları arasına özellikle 25 yaştan sonra görülür.Kadınların depresyonunun erkeklerden iki kat fazla olması, erkeklerin depresyon belirtilerini alkol kullanımı yada değişik eyleme vurum davranışları şeklinde ifade etmesi, kadınların bu olanakları kullanamamaları,aynı stres etkini karşısında daha yoğun belirtiler göstermeleri biçiminde açıklanmaktadır. Diğer önemli bir açıklamada hormonal nedenler ve geleneksel kadın rolü ile ilgilidir. Ayrıca kadınlarda gebelik, doğum, premenstrüel dönem gibi biyolojik ve psikolojik olarak depresyona yatkınlık yaratan ek özellikler vardır.
Risk faktörleri olarak;
•Erken ebeveyn kaybı
•Madde ve alkol kullanımı.
•Kadın olma.
•Düşük Sosyo-ekonomik düzey.
•Ayrı yaşama,boşanmış olma
•İşsizlik.
•Kişilik yapısı.
•Çocukluk döneminde kötü yaşantılar.
•Anksiyete bozuklukları.
•Bazı ilaç kullamımları.
•Tıbbi hastalıklar.
•Hormonal değişiklikler.
•Daha önce depresyon geçirmiş olmak.
•Ailesinde depresyondan intihar eden birey olması.

Depresyon Genetik mi?
Depresyon kalıtsal özellik göstermekle birlikte, aile, ikiz, evlat edinme çalışmaları genel olarak anlamlı kalıtsal bileşenleri göstermektedir. Ailesinde depresyon geçirmiş bireylerin olması, bireyleri depresyona daha duyarlı yapmaktadır. Depresyonun genetiğini açıklamak için daha çok genom taraması çalışmalarına ihtiyaç duyulmaktadır.

Depresyon cinsel yaşamı etkiler mi? Bu hastalara ne öneriyorsunuz?
Depresyon ilgi kaybı, uyku sorunları, suçluluk duyguları, kendini beğenmeme, güvensizlik belirtileri nedeni ile cinsel yaşamı direk etkiler. Bu durumun psikolojik tedavi ve terapi ile tamamen düzelmesi mümkündür. Hekime başvurmalı ve eşler birbirine karşı anlayışlı ve destekleyici olmalıdır.

Depresyon tedavisi gören kişi bunu işyerine bildirmeli mi?
Depresyon klinik özellikleri nedeniyle tedavisi uzun devam edeceği için (en az 6 ay) aile ile ve iş yeri ile paylaşılmalıdır. Böylece birçok yanlış anlaşılmanın, gereksiz tartışmanın ve performans düşüklüğünün önlenmesi sağlanacaktır. Çünkü depresyon tedavisi uzman tarafından sürdürülürse tamamen düzelebilen bir hastalıktır.

Celal Bayar Üniversitesi Psikiyatri Uzmanı Prof.Dr.Ömer Aydemir:Depresyonda Ya İlaç Ya Psikoterapi!

Depresyon hangi yöntemlerle tedavi edilebilir?
Depresyon tedavisinde iki temel tedavi yöntemi kullanılmaktadır. Bunlardan bir tanesi ilaç tedavisidir ve antidepresan denilen ilaç grubu bu amaçla yaygın biçimde kullanılmaktadır. Bunun dışında depresyonda psikoterapi yöntemleri de uygulanmaktadır. Hastalığın çok hafif olduğu ve açıkça yaşam olayları ve stresler nedeniyle oluşmuş durumlarda psikoterapi yöntemleri tek başına kullanılsa bile, daha şiddetli hastalarda antidepresan ilaç tedavisiyle psikoterapi yöntemleri birlikte kullanılmaktadır.

Depresyon ilaçlarının çoğu zaman faydalı olmadığı yönünde bir inanış var…
Antidepresan ilaç tedavilerinin etki göstermedikleri ve işe yaramadıkları yönünde bir tartışma sürekli vardır. Ancak çalışmalar göstermektedir ki, depresyon hastalık düzeyinde bulunduğunda antidepresanlar çok başarılı sonuç vermektedirler. Ama depresyon bir hastalık değil de, gündelik moral bozukluğu düzeyindeyse, antidepresanlar işe yaramamaktadır. Yani depresyon hastalığında mutlaka bir etkili tedavi yapmak gerekirken, sadece moral bozukluğu veya yaşadığı olaylara bağlı üzüntü veya mutsuzluk yaşayan bir kişi hastaymış gibi tedavi edilmemelidir. Bunun ayrımını da psikiyatri hekimleri yapabilmektedir. Antidepresan ilaçlar bir hastalığı tedavi etmede kullanılan bir grup ilaçtır. Hiçbir zaman bir moral dopingi, mutluluk ilacı, uyuşturarak dertleri unutturan bir madde veya alışkanlık yapan bir ilaç değildir. Tedavide kullanılan ve beynin çalışmasında düzenlemeler yaparak etki eden kimyasal maddelerdir. Antidepresan ilaçlar depresyon hastalığında başarıyla kullanılmakta ve %80’lere varan yüz güldürücü sonuçlar alınmaktadır.

Depresyonda psikoterapinin yerinden bahsedebilir misiniz?
Antidepresan tedavilerin yanında hastalara psikoterapiler uygulanmaktadır. Bu tedaviler çeşitli kuramlara dayanan ve yıllar içinde bilgi birikimiyle temelleri oturtulmuş yöntemlerdir. Bu tedaviler psikanaliz denilen insanın ruhsal çatışmalarını çözmeye yarayan tedaviler ile bilişsel-davranışçı terapi denilen insanın düşünce yapısındaki olumsuz düşünce kalıplarını ve davranış kalıplarını işlevsel olanlar ile değiştirmeye yarayan tedavilerdir. Bunlar dışındaki kuramlara dayanmayan, hastaya akıl öğretmeye veya yaşamına çeki düzen vermeye yarayan, uğraşları tedavi edici girişimler veya terapiler diye kabul etmek doğru değildir. Bunlar hastaları gündelik avuntularla oyalamaktadır.

Depresyon tedavisinde ne tür ilaçlar kullanılır?
Depresyon tedavisinde kullanılan antidepresan ilaçlar çoğunlukla beyinde hücreler arası iletiyi sağlayan kimyasal maddelerin taşınmasında veya düzeylerinde ortaya çıkan değişiklikleri normale döndürür ve beyinde bozulmuş iletiyi düzelterek düşünce, bellek, öğrenme ve duygu durumun düzenlenmesini sağlar. Bu antidepresan ilaçlar özellikle beyin kimyasında serotonin veya noradrenalin denilen maddeler üzerine düzenleyici etki gösterir. Son yıllarda başka kimyasal maddeler üzerine etki gösteren ilaçların geliştirilmesi için uğraşılmaktadır.
Gündelik uygulamada serotonin üzerine etkili ilaçlar en çok tercih edilenlerdir. Bu ilaçlar görece olarak yan etkileri düşük, başka ilaçlarla geçimsizlikleri olmayan ve etkileri kanıtlanmış ilaçlardır. Hastalardaki depresyon belirtilerini düzeltirken, eşlik eden kaygı, endişe belirtilerini de rahatlatırlar.

Depresyon mutlaka tedavi edilmeli mi?
Etkili tedavi edilmeyen depresyonda, tamamlanmış intihar ile ölüm riski %15 civarındadır. Bunun dışında, hastalar yaşam içindeki faaliyetlerini sürdüremezler ve iş, aile ve sosyal yaşamları olumsuz etkilenir. Depresyon şu anda dünyada en fazla yeti kaybı oluşturan hastalıklar sırasında dördüncüdür; 2020 yılında ise ikinci sırada olacaktır. Gelişmiş ülkelerde ise yeti kaybı açısından hep birincidir. Aynı zamanda iyi tedavi edilmemiş depresyon alkol ve madde kullanım sorunlarına, başka ruhsal hastalıklara da zemin hazırlamaktadır. Uzamış ve iyi tedavi edilmemiş depresyon bedensel hastalıklara da zemin hazırlamakta ve diyabet, kalp hastalıkları gibi bedensel hastalıkların gidişini kötüleştirip ölüm riskini dahi arttırmaktadır.

Depresyon tedavisi ne kadar sürer?
Depresyon tedavisi 3 aşamalı bir tedavidir. Birinci aşamada hastanın depresyona ait belirtilerin tedaviye yanıt vermesi beklenir, bu süre 4-6 haftadır ve belirtilerin başlangıca göre yarı yarıya azalması beklenir. Bu elde edildikten sonra ortalama 2-6 hafta içinde kalan tüm belirtilerin düzelmesiyle hasta tamamen düzelmiş, iyileşmiş olur. Yani başlangıca göre ortalama 3 ay içinde hasta tamamen düzelmiş olur. En tehlikelisi bu aşamada ilaçların bırakılmasıdır çünkü bu aşamada ilaç bırakanlarda hastalık hemen her zaman yineler. Tamamen düzelen hasta en az 1 yıl bu iyilik halini sürdürmek üzere ilaç tedavisini sürdürmelidir ve böylece tamamen iyileşmiş kabul edilebilir. Yine de hastanın o anki durumuna göre, hekim kontrolünde ilacını kesme kararı verilmelidir. Sonuç olarak depresyon tedavisi tedavi başlandıktan sonra ortalama 1,5 yıllık bir süreçtir.

Depresyon tedaviden sonra tekrarlayabilir mi?
Depresyon yineleme riski yüksek bir hastalıktır. Önceki soruda da belirttiğim gibi, tedavisi tamamlanmadan kesilen hastalarda yineleme riski yüzde yüzdür. Ancak her türlü önlem alınıp en uygun şartlarda tedavisi tamamlanan hastalarda da depresyonun yineleme riski bulunmaktadır ve bu risk ortalama olarak ilk hastalık döneminden sonra 5 yıl içinde %60-80 arasındadır. Yineleme sayısı arttıkça, hastalığın yinelenme riski daha da yükselmektedir. Yani ikinci hastalık dönemini geçirdikten sonra üçüncüsüne yakalanma riski %90 civarına gelmekte, üçüncüsünden sonra dördüncünün riski ise %100’e yaklaşmaktadır. Yineleme başlangıçta hastanın yaşamında bulunan stresli olaylara bağlı olarak ortaya çıksa bile, ilerleyen yıllarda kendiliğinden yinelemeler de baş gösterebilir. Bu da hastalığın şiddetlendiğini gösterir.

Depresyon ilaçları cinselliği etkiler mi?
Antidepresan ilaçların pek çoğu cinsel yan etkilere neden olmaktadır. Kadınlarda cinsel isteksizlik veya orgazm olamama, erkeklerde ise yine cinsel isteksizlik ve sertleşme zorluğu biçiminde görülebilmektedir. İlaçtan ilaca değişmekle beraber, bu oran yaklaşık yarı yarıyadır. Bu yan etkilerin hiçbir tanesi kalıcı değildir ve ilaç kesilince ortadan kalkar. Bazı hastalarda doz azaltarak veya zamanla ilaca vücudun alışmasıyla kaybolduğu da olabilmektedir.