Sayfalar

27 Mayıs 2010 Perşembe

Tiroit Kanserleri: Hastalık 1-0 öne geçmeden top henüz sizde!

Sevgili Manisalı hemşerilerim,
İnsan ne ise, hangi sistemle çalışıyorsa yaşam ve evrende aynıdır. Benim durduğum yerden her şey o kadar birbirinin aynı, benzeri görünüyor ki anlatamam. Hastalık anlayana geliyorum der aslında. Ama insan bir türlü önlem almaz, almak istemez. Önünde sonunda kaçınılmaz son, hastalık gelir dayanır. “Daha dün çok iyiydi, hiç bir şeyi yoktu, çok güçlü görünüyordu” denilir; ama nafile. Artık iş işten geçmiştir. İş bu noktaya geldiğinde de artık hastalık 1-0 öndedir. Biz önce onun meydana getirdiği arızaları ortadan kaldırmaya çalışırız. Ardından hastalıkla savaşmaya başlarız. Halbuki ilk bulgular, işaretler gelmeye başladığında soruna bir göz atılsa iş bu seviyeye gelmeyecek, gelse de sorunu çözmek daha kolay olacak.
İnsan vücudunda hastalıkların durumu ne ise, aile sorunları, şirket sorunları ve hatta ülke sorunlarında da, siyasette de durum aslında birebir böyledir. Bunlara daha fazla örnek vermek isterdim ancak bu sayfada sadece “sağlık” olacak, “siyaset, politika” olmayacak demiştim, kendi kuralımı bozmayayım. Arif olanlar anlarlar.
İşte tiroit kanserinde de benzer durum söz konusudur. Eğer düzenli aralıklarla kontrole gitmiyorsanız maalesef hiç bir bulgu vermeyebiliyor. Genellikle boyun bölgesinde bir kitle, şişlik olur. Bu yeni oluşumun incelenmesi sonucu tanı konulur. Çözüm ise ya ameliyat yada ışın tedavisi, kemoterapi gibi diğer alternatif tedavi yöntemleri kullanılır.
Vücudumuzda tiroit gibi salgı yapan organlara “endokrin” organlar, bu konuyla ilgilenen uzmanlara da “endokrinolog” denilmektedir. Endokrinoloji, dahiliye ana branşının bir alt bölümüdür. Yani endokrin uzmanları önce 6 yıl tıp fakültesi, ardından 5 yıl dahiliye ihtisası ve sonra ayrıca 3 yıl endokrin üst ihtisası yapar. Tiroit bezi ve hastalıkları da endokrin bölümünün konusudur. Ancak bu bölüm ameliyat yapmaz, sadece tıbbi, ilaçla tedavi kısmıyla ilgilenir. Üniversite hastanesi Dahiliye bölümü Endokrin Bilim Dalı öğretim üyesi Doç.Dr.Bilgin Özmen tiroit bezi, fonksiyonları ve kanseri ile ilgili sorularımızı yanıtladı.
Tiroit organında ister kanser, ister iyi huylu büyümeler (guatr) olsun eğer ameliyat gerekiyorsa, bu işlemi de genel cerrahi uzmanları yapar. Yine üniversitemizden, özellikle bu hastalıklarla ilgilenen genel cerrahi uzmanlarımız Prof.Dr.Hasan Aydede ve Prof.Dr.Yamaç Erhan tiroit kanserinin tanısı, tedavisi ve ameliyatı ile ilgili sorularımızı yanıtladılar.
Sonuçta benim önerime gelince yılda bir gün “sağlık günü” önerimi hatırlatırım. Hastalanmadan doktora gidiniz. Vücudun neresinde olursa olsun her türlü kitle, şişlik mutlaka doktor kontrolü ister. Kahvedeki arkadaşınızın veya komşunuzun lafıyla vakit kaybetmeyiniz. Artık tıp ilerledi; eskiden öldüren pek çok kanser türünü günümüzde erken yakalarsak tedavi edebiliyoruz. Önemli bir başka bulgu da “kanama”dır. Yine her nereden olursa olsun, özellikle idrardaki kanamalar çok önemli olabilir. Lütfen, yalvarırım hemen gelin. Çünkü ilk başta her türlü hastalığı yenebilecek gücümüz var.
Sağlıkta gündemi okuyun sağlıklı kalın.

Celal Bayar Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Endokrinoloji ve Metabolizma Uzmanı Doç.Dr.Bilgin Özmen: Tiroit nodülleri iyi değerlendirilmeli!

Tiroit bezi vücudumuzun neresinde bulunur?
Tiroit bezi, soluk borusunun ön bölümünde adem elması’nın altında yerleşmiş ve iki lobdan oluşan önemli bir iç salgı bezidir. Guvatr terimi ise, tıp dilinde tiroit bezinin büyümesine verilen bir isimdir.

Tiroit bezi nasıl çalışır ve görevleri nelerdir?
Tiroit bezi kendi başına çalışan bir organ değildir. Tiroit hormonu yapma ve kan dolaşımına verme görevini diğer iç salgı bezleriyle ilişkili olarak yapar. Özellikle, beyinde bulunan “hipofiz” bezin ön kısmından salgılanan “tiroit salgısını uyaran hormonunun” etkisine bağlı olarak tiroit hormonlarını salgılar.
Vücudumuza besinler veya su ile sağlanan iyot’un, tiroit bezinde tiroit hormonunun yapılmasında önemli bir görevi vardır. Tiroit hormonlarınn başlıca görevleri; kalp atım hızının ayarlanması, zekâ gelişimi, merkezi sinir sistemi ile birlikte vücudun normal büyümesi ve gelişmesini düzenlediği gibi, vücut ısısının ve enerjisinin oluşmasını düzenler. Dolayısıyla tiroit bezinde üretilen iki hormonun fazla yapılması veya az üretilmesi o kişide bazı önemli hastalıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Nodül nasıl saptanır?
Tiroit bezindeki nodül hastanın kendisi tarafından fark edilebildiği gibi, gitmiş olduğu doktorun muayenesi sırasında saptanabilir. Ayrıca, değişik şikayetler nedeniyle hastanın boyun bölgesine inceleme amaçlı olarak ultrasonografi yapıldığında veya akciğer grafisi çekildiğinde tiroit bezinde bulunan büyük nodül fark edilebilir.

Tiroit nodülü hangi sıklıkla görülür?
Yapılan toplum çalışmaları, erkeklerde her 100 kişiden birinde, kadınların her 100 kişiden beşinde, tiroit bezindeki bir santim veya bir santimin üzerinde nodülün muayene sırasında elle fark edilebildiğini göstermiştir. Ancak tiroit bezine ultrasonografi yapıldığında nodülün saptanabilme oranı %20 ile %70’lere çıkmaktadır. Kısaca nodül için tiroit bezinin değerlendirilmesinde “ultrasonografi” daha güvenilir bir teşhis metodudur.

Nasıl tanı koyuyorsunuz?
Muayene sırasında veya ultrasonografi ile bir santim veya bir santimden daha büyük nodül saptandığında “tiroit sintigrafisinin” çekilmesi gerekir. Bu sayede nodülün soğuk, sıcak ve ılık ayırımı yapılır. Nodüllerin yaklaşık % 70-80’nini soğuk nodül, % 10’unu sıcak nodül, ve % 10’unu ılık nodül oluşturur. Soğuk nodülde kanser oranı biraz daha fazla olup, kanser görülme oranı %5 ile %10 arasında değişmektedir. Sıcak nodülde kanser oranı çok daha düşüktür. En iyi ve güvenilir bilgi ince iğne biyopsisinin yapılmasıyla sağlanır.

Biyopsi ağrılı ve sıkıntılı bir işlem mi?
Oldukça basit, yapılması kolay ve son derece küçük iğne ucu kullanılarak yapıldığından ağrı oluşturmayan bir tetkiktir. Damardan kan alınır gibi tiroit bezindeki nodülden hücre grupları alınır. Biyopsi bir ameliyat değildir, hastanın biyopsi sırasında aç veya tok olması önemli değildir.

Kanser şüphesi olan nodüller hangi nodüllerdir?
Nodül yapılan tedaviye rağmen hızla büyüyorsa, boyun bölgesinde lenf bezlerinde anormal büyüme varsa, nodülün kendisi çok sert ve yapışık ise, seste kalınlaşma veya seste kısıklık yapıyorsa, hastanın birinci derece yakınlarında tiroit kanseri olan birisi bulunuyorsa, hastanın yaşı 20’nin altında veya 60’ın üzerinde ise tiroit kanseri yönünden dikkatli olunması gerekir.

Celal Bayar Üniversitesi, Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof.Dr.Hasan Aydede: Guatr başka, kanser başka!

Tiroit bezinin görevi nedir?
Tiroit bezinden salgılanan hormonlar vücut için çok önemlidir ve her bir hücremizin çalışma hızının ayarlanmasında rol oynarlar. Günümüzün tıbbi olanakları ile kandaki tiroit hormonu seviyelerini ölçerek tiroit bezinin nasıl çalıştığını anlayabiliyoruz.

Tiroit kanserinin bulguları nelerdir?
Tiroit kanseri tanısı alan hastalarda doktora gitmelerini sağlayan temel şikayet tiroit bezinde nodül yani yumru, kitle ele gelmesidir. Tiroit bezinde nodül saptanması ayni zamanda iyi huylu bir hastalık olan guatrda da görülmektedir. Bu nedenle tiroit bezinde nodül olan hastalarda bu yumrunun iyi huylu mu yoksa kötü huylu mu olduğunun araştırılması gereklidir.

Nasıl tanı koyuyorsunuz?
Tiroit bezinde nodül saptanan hastalarda öncelikle tiroit bezinin nasıl çalıştığı araştırılmalıdır. Bu nedenle olgularda ilk olarak kandaki tiroit hormonu seviyelerini ölçüyoruz.
Bu ölçüm sonucu bezin az çalıştığı (hipotiroidi) veya çok çalıştığı (hipertroidi veya zehirli guatr) durumlarda öncelikle ilaç tedavisi ile kan hormon seviyelerinin normale dönmesini sağlıyoruz. Hormon seviyesi normal olan hastalara derhal tiroit ultrasonografisi uyguluyoruz. Bu tektik bize tiroit bezinde nodül olup olmadığını ve eğer varsa nodülün özellikleri hakkında da çok önemli bilgiler sağlamaktadır, nodülün içinin dolu olması, çevre sınırının düzensiz olması gibi bulgular bizim için risk ifade etmektedir. Bu bilgilere göre şüpheli olan nodüllerden iğne ile hücre almaya karar vermekteyiz. Tiroit ultrasonografisindeki önemli bir nokta da yapan kişinin deneyimli olmasıdır.

Biyopsi ağrılı ve sıkıntılı bir işlem mi, biyopsi sonucu hastanenizde ortalama kaç günde çıkıyor?
Tiroit bezindeki şüpheli görünen nodüllerden iğne batırarak hücre alıyoruz bu işleme ince iğne biyopsisi adı verilmektedir ve daha sonra bu hücreler bu konuda uzman hekimler tarafından değerlendirilerek kanser şüphesi olup olmadığı ortaya konulmaktadır. Bu hücre alma işlemi ultrason eşliğinde yapılırsa doğru tanı şansı artmaktadır çünkü iğneyi batıran kişi iğnenin ucunu risk içeren alana doğru daha iyi yönlendirebilmektedir.
İnce iğne biyopsisi ciddi anlamda ağrılı bir işlem değildir, örnek vermek gerekirse kalçadan yapılan bir iğneden daha fazla ağrı duyulmaz. Bu aşama zaman isteyen bir süreçtir, bu süre bizim hastanemizde ortalama bir haftadır.

Tiroit kanserine yol açan nedenler nelerdir?
Maalesef tiroit kanserine yol açan nedenleri tam olarak bilmiyoruz. Ancak bazı risk faktörlerinden söz edebiliriz. Tiroit kanserlerinin bazı tiplerinde çok net bir şekilde genetik yatkınlık söz konusudur. Örneğin tiroit papiller kanserlerin %7 kadarı medüller kanserlerin de %25 kadarı aileseldir. Ailesinde anne, baba, kardeş gibi birinci derecede yakınlarında tiroit kanseri bulunan kişilerde çok dikkatli olunmalıdır.
Tiroit kanseri için bir başka riskte özellikle çocuklukta baş boyun bölgesine radyasyon uygulanmış olmasıdır. Çernobil nükleer kazasından sonra bu bölgede tiroit kanseri görülme sıklığı 60 kat artmıştır.
Tüm bu bilgiler hastalarımızı korkutmamalıdır, tiroit kanseri günümüz tıbbi olanakları ile etkin şekilde tedavi edilebilen, hastaların önemli çoğunluğunun tamamen iyileştiği bir kanser türüdür.

Celal Bayar Üniversitesi, Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof.Dr.Yamaç Erhan: Tiroit kanser ameliyatı iyi yapılırsa yan etkisi çok az!

Tiroit kanseri ameliyatı sonrası hastaları nasıl takip ediyorsunuz?
Ameliyattan sonra hastaları TSH başta olmak üzere tiroit hormon düzeyleri, tiroglobulin düzeyleri ve ayrı bir tiroit kanseri tipi (medüller) için de CEA ve kalsitonin düzeyleriyle takip ediyoruz. Bu belirteçler kandan bakılıyor. Bunların dışında riskli hastalarda hastalık yaygınlığının araştırılması için tüm vücut sintigrafisi, boyun ve göğüs boşluğunun tomografisi veya MR’I veya gerekli görülürse PET scan ve gene bir başka, daha az sıklıkla rastlanan tiroit kanseri tipinde (medüller) karın boşluğunun CT veya MR’ı hastalığın yaygınlığının araştırılması ve takipte kullanılabilir.

Bu ameliyatın en sık gördüğünüz yan etkileri nelerdir?
Gerçekten de deneyimli cerrahların elinde yan etki oranı yok denecek kadar azdır. Ancak en çok üzerinde durulan olumsuz etki ses kısıklığıdır ki, genellikle farklı şekillerde ortaya çıkabilmektedir. Yaralanma derecesine ve yaralanan sinirin tipine göre seste kabalaşma, yorulma, kısılma veya sesin hiç çıkmaması görülebilir. Özellikle çok büyük nodüllerde ve uzun süreli nodül basısı, itmesi ile sinir baskı altında kalabilir ve yer değiştirebilir. Bu tür olgularda ve kanserli olgularda sinire olan yapışmalarla sinir zedelenmesi ve bunun sonucuda yan etki riski daha fazladır. Ayrıca paratiroit dediğimiz bezlerde geçici ya da kalıcı hasar oluşarak kalsiyum döngüsü etkilenebilir. Ellerde ve ağız çevresinde uyuşma ve kasılmalar görülebilir.

Bu yan etkileri nasıl tedavi ediyorsunuz?
En dramatik sorun sesle ilgili olandır. Bunların bile bugün için ses tedavileri ile ve bazı ses ile ilgili ameliyatlarla düzeltilebilmesi, sesin daha iyileştirilebilmesi mümkündür. Kalsiyum azlığının ise D vitamini ve kalsiyumla tedavisi kolay ve çok başarılıdır.

Ameliyat sonrası hangi hastalara kemoterapi uyguluyorsunuz?
Yaygın tiroit kanserinde kemoterapi uygulanabilir ancak çoklu kemoterapinin bu durumda ne yazık ki çok az başarısı vardır.

Hangi hastalara ışın tedavisi uyguluyorsunuz?
Radyoterapi, çok nadiren ameliyatla çıkarılamayan lokal ileri veya tekrarlayan tiroit kanserlerinde kullanılabilir. Genellikle tiroitin papiller ve folliküler kanserlerinde radyoaktif iyot adını verdiğimiz halk arasında atom adı verilen tedavi hastalık kontrolünde çok başarılıdır. Bu tedavi yöntemi radyoterapi ile karıştırılmamalıdır. Ancak radyoterapi, atom tedavisinin yararlı olamadığı kemik tutulumlarında ve cerrahi uygulanamayan beyin tutulumlarında başarılı olabilir.

Tiroit kanser ameliyatı olmuş hastalara beslenme için önerileriniz var mı?
Öncelikle sintigrafi ile tarama yapılacak olan veya radyoaktif iyot tedavisi yani atom uygulanacak olan hastalarda taramanın başarısı ve tedavinin etkinliği için bunların öncesinde radyolojide kullanılan tüm iyot içeren bileşikler ile iyot içeren gıdalardan (noradyoaktif iyot) özellikle iyotlu tuz, deniz ürünleri vb. kaçınılması gereklidir.

19 Mayıs 2010: Bayramımız Kutlu Olsun!

Editoryal: Gençlik ve Spor Bayramınız Kutlu Olsun!

Sevgili Manisalı hemşerilerim,
Bugün bayram! Kurtuluş savaşımızın başlangıcı olarak kabul edilen Atatürk’ün Samsun’a vardığı ve Türk gençliğine armağan ettiği gün. 12 Eylül’e kadar “Gençlik ve Spor Bayramı”; o günden sonra da “Atatürk’ü anma, Gençlik ve Spor Bayramı” adıyla kutluyoruz. Hepimizin bayramı kutlu olsun.
Bu vesile ile bu hafta “Spor ve Sağlık” konusunu ele alacağım. Sporun sağlık üzerine etkileri ile ilgili sorularımı üniversitemizin renkli simalarından, Fizyoloji uzmanı ve aynı zamanda TÜBİTAK- Beyin Araştırmaları Derneği Manisa şubesi başkanı Doç.Dr.Necip Kutlu yanıtladı. Yine bir “Manisalı” olan sevgili arkadaşım Doç.Dr.Hüseyin Yercan’da amatör sporlar sırasında olası sakatlanmalarla ilgili konuştuk ve bunların önlenmesinde bir takım önerilerde bulundu. Kendisi ortopedi uzmanıdır ve daha çok sporcularla ilgili ortopedik problemlerle ilgileniyor. Her iki meslektaşıma da çok teşekkür ediyorum.
Benim spor konusunda sizlere önerilerime gelince…
Kanımca arada bir değil, hep yapılabilecek olanı yapmak gerekiyor. Hiç hareket etmeyip sonra da çıkıp haftada bir gün “deli gibi” spor yapmanın değil sağlığa yararı tam tersine zararı olduğuna inanıyorum. Spor demek mutlaka topla veya maç şeklinde yapılan aktiviteler olarak algılamayınız. Vücudumuzu zorlamadan, tüm eklemlerimizi basitçe hareket ettirmemizde bir spordur ve bence çok da yararlıdır. Ayrıca spor sırasındaki kazalar, yaralanmalara da dikkat ediniz. Bunun için aniden hızlı hareketler yapılmamalı, bir ısınma süreci sonrasında aşırı aktiviteler yapılmalıdır. Şehrimizde hemen her yerde park ve spor alanları mevcut. Bu açıdan çok şanslıyız. Ayrıca üniversitemizin yıllardır hem sporcu hem de öğretmen yetiştirdiği spor akademisinin olması da, şehrimizde daha bilinçli ve profesyonel spor yapılmasına katkı sağlamaktadır. Unutmayınız; her gün ve devamlı yapılan aktiviteleri yapmaya çalışınız ve kilo vermek için spor yapmayınız.
Madem spor bayramı bu hafta biraz da futboldan bahsetmek istiyorum. Öncelikle cumartesi günü Akhisar Belediyespor’un şampiyonluk kupa törenine gittim. Hepsini tebrik ediyorum. Her zaman söylüyorum, futbol sadece bir oyun değildir. Bakın Başbakan Yardımcımız orada bir müjde verdi: Akhisar’a UEFA standartlarında bir stadyum. Günümüzde futbol önemli bir gelir kapısı, bir fabrika demektir. İkinci olarak Bursaspor’u, ve tüm Bursalıları kutluyorum. Olamaz denileni gerçekleştirdiler. Bir Manisalı olarak, bizim de böyle şampiyonluğa oynayan bir takımımız niye olmasın diye düşünmeye başladım bile. Büyük düşünmeyi, çalışarak her zorluğun aşılabileceği mesajını verdiler. Ancak! Burada bir çekincemi de dile getirmek istiyorum: Ülkemizin aldığı puanlar da çok önemli. Geçen yıllarda Sivasspor’da ikinci oldu ama şampiyonlar liginde daha ilk turda elendi. Böylece ülke puanımız geriliyor. Nasılsa şampiyon olduk bu bize yeter denilirse, bu şampiyonluk fayda değil zarar getirmiş olur. Elde edecekleri gelirle, iyi yatırım yapmalılar ve yurtdışında da bizi en iyi şekilde temsil etmeliler; işte o zaman bu şampiyonluk daha da anlam kazanacaktır.
Son olarak Fenerbahçe’ye bir çift lafım var. Çarşıda traş olurken kuaförüm Cemil’le konuştuk. Ya Chelsea gibi tek kale oynar, elli top direkten döner ve berabere kalırsa yine de kızacak mısın, üzülecek misin Fener’e? Demez olaydım. Aynen böyle oldu, dünyaları kaçırdı Fenerbahçe! Yine de kutluyorum hepsini. Çünkü son dakikaya kadar bize şampiyon olabilme heyecanını tattırdılar. Diğer takımlar kaç hafta önceden havlu attılar lige. Fakat yöneticilerin oturup, Avrupa’da başarı peşinde koşan bir takım için en doğru kararı alacaklarını umuyorum.
Sağlıkta Gündem’i okuyun sağlıklı kalın.

Celal Bayar Üniversitesi, Tıp Fakültesi Fizyoloji Uzmanı ve Beyin Araştırmaları Derneği Başkanı Doç.Dr.Necip Kutlu: Sağlam beyin sağlam vücutta olur!

Sporun sağlığımız açısından faydaları nelerdir?
Hareketsizliğe bağlı sorunların en iyi çözümü zamanında yapılan spor ve egzersizdir. Günümüzde asansörlerin, yürüyen merdivenlerin ve motorlu ulaşım vasıtalarının yaygın kullanımı kas gücüne ihtiyacı ve insanların kas aktivitelerini azaltmıştır. Ayrıca, çoğu kişi düzenli egzersizin sağlığı için ne kadar faydalı olacağının farkında değildir. Bunların arasında maalesef hekimler de yer almakta ve birçok hekim, hastalarına düzenli egzersiz tavsiyesinde bulunmamaktadır. Düzenli egzersizin göstergesi olarak bazı çalışmalarda kişinin fiziksel uygunluk durumu, bazı çalışmalarda ise yaptığı fiziksel aktivite kullanılmaktadır. Yapılan fiziksel aktiviteye göre daha objektif olan fiziksel uygunluk durumu, kişinin sağlık haliyle daha fazla ilişkilidir.
Spor yaptıkça, akciğerlerdeki esneklik artar. Esnek bir akciğer, her nefes alışımızda daha çok oksijen almamızı kolaylaştırır. Böylece, hücrelere daha çok oksijen ulaşabilir. Özellikle stresli durumlarda artan oksijen ihtiyacımızı karşılamak açısından, akciğerin, sistemimize destek verme kapasitesinin artması önemli ölçüde yardımcı olabilir.
Düzenli spor yapan kişilerin dinlenme halindeki kalp atım hızı, spor yapmayan kişilere oranla daha düşüktür. Düzenli spor yapan kişi, stres altındayken, kalp atışları spor yapmayan kişilerden daha düşük düzeyde kalır ve yavaş yavaş yükselir. Halbuki, vücudu hareketsizliğe alışmış bir kişinin kalp atışları aniden fırlayabilir. Birdenbire başlayan bir kavgada veya sinir bozucu bir haber aldığımızda, daha önceden sözü edilen adrenalin hormonları, bol miktarda serbest bırakılır. Bunun sonucunda, dinlenme halindeki kalp atım hızı yükselir. Kondisyonlu bir vücutta, adrenalin hormonlarının serbest bırakılma oranlarını denetim altına almak, dolayısıyla kalp temposunun iniş-çıkışlarının aşırıya kaçmamasını sağlamak kolaylaşır. Kalp atışlarının düşük kalabilmesinin önemi, özellikle bir şok anında fark edilebilir. Düşük kalp atışları, aniden çok yükselebilecek olan kalp atışları yüzünden gerçekleşebilecek bir kalp krizine karşı bir önlemdir. Ayrıca, kişi stres altındayken kalp atışları düşükse daha sakin kalabilir ve duygularını daha rahat kontrol altına alabilir.
Spor yaparken endorfin hormonları üretilir. Genellikle, sporu en az 30 dakika devam ettirdikten sonra, endorfin hormonları salgılanır. Endorfinin vücuttaki işlevi morfine benzetilmektedir. Hem doğal bir ağrı kesici, hem de yatıştırıcı niteliği vardır. İnsanlara mutluluk verir ve kendine güveni artırır.
Sporun, ilaçlardaki gibi sağlığımıza dokunabilecek hiçbir yan etkisi olmaması bir yana, artık hepimizin bildiği birçok yararı da vardır. Başka bir deyişle, hem ilaçlara olan bağımlılığımızın azalması, hem de vaktimizi iyi değerlendirmenin verebileceği haz duygusu, günün sonunda spora başvurmamız için yeterli nedenlerdir.

Hangi yaşta hangi spor?
Öncelikle çocuğun ilgisini çeken ve çocuğun olgunluğu ve yetenekleri doğrultusunda belirlenecek spor uygun olacaktır. Her sporun başlama yaşı farklıdır ve çocuğun gelişimine bakılarak spora başlanmalıdır.
2–5 yaş arası uygun aktiviteler: Yeni yürümeye başlayan ve okul öncesi çocuklar için birçok temel hareket uygulanabilir, fakat organize spora uyum sorunu olabilir. Bu yaştaki çocuklar için koşma, tırmanma, düşme, tekmeleme, dans, küçük bir topu yakalama, bisiklete binme, aile denetimindeki su oyunları gibi plansız serbest oyunlar en iyisidir.
6-7 yaş arası uygun aktiviteler: Büyüyen çocukların koordinasyonları ve dikkat süreleri de gelişir. Emirleri yerine getirmede ve takım çalışmasının önemini anlamada daha iyi olurlar. Bu durumda önerilen bazı etkinlikler şunlardır: basketbol, futbol, jimnastik, yüzme, tenis, golf, atletizm ve uzakdoğu sporları.
8 yaş ve üstü çocuklar için uygun aktiviteler: Bu yaştaki çocuklar temas sporları da dâhil tüm sporları yapabilirler. Dikkatlice denetlenmiş güç sporları da bu yaşta yapılabilir.
Çocukların hareketsiz yaşam sürdürmesi, yanlış beslenmesi, televizyon, internet bağımlılığı çocukları spordan uzaklaştırmaktadır, aileler çocuklarını yaşına uygun spora yönlendirmelidir.

Ailelere “sağlıklı spor” için önerileriniz var mı?
Çocuğunuz sporla ilgilenmezse başka fiziksel aktiviteler bulabilirsiniz. Örneğin, ailece bisiklete binebilir, doğa gezilerine çıkabilirsiniz. Çocuğunuzun arkadaşlarıyla ip atlama, basketbol oynama gibi etkinliklere katılmasını sağlayarak aktif zaman geçirmesini sağlayabilirsiniz. Çocuğunuza kazandığı veya kaybettiği anda onu koşulsuz sevdiğinizi hissettirin. Hedefin kazanmak değil fiziksel kapasite ve yetenekleri geliştirmek olduğunu unutmayın ve gelişmiş yeteneklerini güçlendirin. Çocuğunuzun yetenekleri konusunda gerçekçi olun. Çocuğunuzu istemediği hiçbir aktiviteye zorlamayın. Spordan zevk alın, kendi hedeflerinizi belirleyin ve çocuğunuza pozitif bir model olun.

Spor için gün içinde ideal bir zaman dilimi var mı?
Spor haftada en az 3–5 gün ve mümkün olduğu kadar aynı saatlerde yapılmalıdır. Sabah yapılan sporlar metabolizmayı artırmak içindir. Öğleden sonra yapılan sporlar sistemi kuvvetlendirmek için daha faydalıdır. Egzersizin süresi; 20–30 dakikadan az olmamalıdır. Düzenli olmak koşulu ile yüzme, bisiklet, kürek, tenis, futbol, basketbol, yürüyüş, kır gezileri, koşu, merdiven çıkma gibi her olay spordur.

Spor öncesi ve sonrası beslenme nasıl olmalı?
Spor yapmadan önce mide boş olmalı ve yaptıktan sonra dengeli ve az yemek yenmelidir. Çok yağlı, şekerli ve unlu gıdalardan kaçınmalıdır. Hemen her diyette söylendiği gibi, sadece omega yağlarını yemek zorunda değilsiniz. Yemeklerinizde her türlü yağı, hatta tereyağı gibi doymuş yağları bile kullanabilirsiniz. Ayrıca mısır yağı veya hoşlandığınız diğer yağları da kullanabilirsiniz. Sadece bunları az miktarda kullanmaya dikkat edin. Ama yine de unutmayın ki, omega yağlarını ne kadar fazla kullanırsanız, o kadar daha az yemek yiyecek, yediklerinizden keyif alacak, metabolizmanızı hızlandıracak, hastalıkları engelleyecek ve kendinizi daha mutlu hissedeceksiniz. Ketentohumu yağı kullanmanız gereken yağların başında geliyor. Ketentohumu yağı kullanırsanız kendinizi daha uzun süre tok hissetmenizi sağlayacaktır. Sebzelerinizin üzerinde sos kullanmak yerine öğlen veya akşam öğünlerinde bir çay kaşığı ketentohumu yağı kullanın.

Spor sırasında nabız sayısı denetlenmeli mi?
Spora başlarken ve devam ederken dahi, rutin sağlık kontrolünden geçmelidir ve nabzın kontrolü önemlidir. Spor ve yaşınıza bağlı olarak istenilen nabızda olmalıdır. Az olursa yaptığınız sporun size faydası yoktur, çok olursa da sizde istenmeyen yorgunluk meydana gelir. Sonuç da yaptığınız sporun faydası olmaz.
Sağlıklı bir yaşam için takım sporlarımı yoksa bireysel sporlar mı daha faydalı?
Her yaşa ve insanların sosyal konumlarına uygun her türlü spor yapılabilir. Takım sporu takım ruhunun gelişiminde faydalıdır. Bireysel sporlar ise insanın öz güvenini kazanmasında faydalıdır.

Spor “kilo vermek için” mi olmalı?
Spor, bedeni geliştirir ve belli bir görünüş sağlar, fakat zayıflatmaz. Terleme ile kilo kaybı düşünülmemelidir, ter ile kaybedilen su daha sonra geri alınır. Fizik aktivite sellülite karşı etkili mücadele yöntemidir, kasları uyumlu hale getirir, aşırı kilo alımına yol açmaz.

Celal Bayar Üniversitesi, Tıp Fakültesi Ortopedi ve Omurga Cerrahisi Uzmanı Doç.Dr.Hüseyin Yercan: Spor haftada 2-3 gün ve devamlı olmalı!

Sporun hareket sistemimize faydaları var mı?
Sporun hareket sistemine faydası büyüktür. Yaşa uygun şekilde düzenli spor yapılması kas kütlesinin korunmasına yardımcıdır. Kasların direncinin korunması bize pozitif olarak yansır. Daha az yoruluruz. Yürüme ve iş yapma kapasitemiz artar. Spor aynı zamanda vücudumuzdaki kemik kütlesinin korunmasına da yardımcıdır. Osteoporoz dediğimiz kemik erimesini engelleyen faktörlerin başında spor yapmak gelir. Ama başta söylediğimiz gibi hastalarımıza yaşa uygun sporların yapılmasını öğütlüyoruz. Örneğin 50 yaş üstü kişilerin yüksek tempoda koşmaları uygun değildir. Onun yerine yüksek tempoda yürüyüş veya jogging yanında, bisiklet, aerobik ve yüzme gibi sporların yapılması çok daha uygun olacaktır.

Sizce “haftada bir gün” yapılan örneğin futbol veya basketbol maçı gibi bir spor faydalı mı?
Haftada bir gün yapılan futbol veya basketbol gibi hobi amaçlı sporların zararlı olduğu söylenemez. Ama yaralı olduğundan da bahsetmek zordur. Hem kalp sağlığı hem de hareket sistemi için en uygunu sporun devamlı yapılmasıdır. Ayrıca spor yapılırken vücudun çok zorlanması tendon, kas ve kıkırdak problemlerini beraberinde getirebilir. Önemli olan fazla zorlanmadan haftada en az 3 kez ve en az bir saat spora zaman ayırabilmektir. Futbol ve basketbol gibi sporların sert ve vücut temasının fazla olduğu sporlar olduğunu unutmayalım. Seyrek yapılan bu gibi aktivitelerde yaralanma riskimiz hazır olmayan kişilerde oldukça fazladır.

Spor sırasında en çok ne türde sakatlıklar görüyorsunuz?
Yapılan spora göre değişir. Ama toplumumuzda futbol çok popüler olduğu için ondan örnek verebilirim. En sık yaralanmalar, özellikle sporcu iyi antreman yapmamışsa, tendon ve kas yaralanmaları şeklinde karşımıza çıkar. Özellikle ayak bileğindeki aşil tendonu ve dış yan bağ yaralanmalarıyla sıklıkla karşılaşıyoruz. Bunun yanında Ön çapraz bağ yaralanmalarını ve meniskus yaralanmalarını da sıklıkla görmekteyiz. Kalça ekleminde ise kasık çekmeleri hatta gizli fıtıklar amatör futbolcularda görülen rahatsızlıklar arasındadır.

Bunlardan sakınmak için ne önerirsiniz?
Bunlardan kaçınmaları için mutlaka iyi antreman yapmaları gerekir. Antreman sadece kas yüklemesinden ibaret olmamalıdır. En az yüklemeler kadar, kasların gerilme egzersizlerine önem verilmelidir. Oyun öncesinde sporcular iyi ısınmadan hemen oyuna girmek istiyorlar. Bu da sakatlıkları arttıran nedenlerin başında gelir. Maç öncesi iyi ısınma süresi ve gerilme egzersizlerinden sonra oyuna başlanmalıdır. Diğer önemli nokta ise sakatlığı tam iyileşmeden sporcunun oynama isteğidir. İyileşmeden tekrar sakatlanma olasılığı çok yüksektir. Böylelikle normalde 3 veya 4 haftada iyileşebilecek yaralanmalar, 6-8 haftada zor iyileşir duruma gelirler.

Spor sonrası görülen kas / adale ağrıları için pratik önerileriniz nelerdir?
Sporcunun kendisi için yapabileceği en iyi şey hemen oyunu bırakması ve yaralanma bölgesine buz tatbikine başlanmasıdır. Buz tatbiki, aralıklı olmalı be buzun temas süresi 20 dakikayı aşmamalıdır. Böylelikle yaralanma bölgesindeki iç kanama azalacak veya artmayacak ve ağrısı azalacaktır. Bunun yanında yaralanan bölgenin yukarı kaldırılarak dinlendirilmesi ve bandajlanması da uygulanabilir.

Spor sırasında ayakkabı seçimi önemli mi?
Spor sırasında ayakkabı seçimi çok önemlidir. Çünkü ayakkabı hemen rahat olup spor yapmaya konforlu bir şekilde izin vermeli hem de ayağı dış etkenlerden ve darbelerden korumalıdır. Uygun büyüklükte olmalıdır. Yoksa topuk ve ayak parmaklarında su toplamalar ve ciltte kızarıklıklar spor yapmayı olanaksız kılacaktır. Fazla büyük ve bol ayakkabıda da yüklenmeler sırasında ayak sürterek yer değiştirdiği için rahatsızlıklara yol açabilir. Özelliğe topuğa yapışan aşil tendonuna baskı yapan sert arkalı ayakkabılardan kaçınmak gerekir. Bunlar tendonda yaralanma ve iltihaplanmalara neden olabilir.

Son olarak bana çok sorulan özel bir soruyu size sormak istiyorum; eklemlerimizi “kütletmek” ileride rahatsızlık veya eklem harabiyetine yol açıyor mu?
Eklemlerimizi kütletmek kısa sürede rahatsızlığa yol açmaz. Ama devamlı yıllarca aynı hareketi yapmak demek, eklemi istemeden zorlamak anlamına gelir. Buda gereksiz ve sorun oluşturabilecek bir durumdur.

12 Mayıs 2010 tarihli Editör yazısı: Astım ve Allerji

Astım ve Alerji

Sevgili Manisalı Hemşerilerim,
Bugün “hemşireler haftası”nın ilk günü. Bu nedenle tüm hemşire arkadaşlarımın gününü kutluyorum. Çok zor, meşakkatli bir meslektir. Daha gencecik yaşta hayata atılıp para kazanmaya başlarlar. Yaşamda en zor şey yokluğu değil, gücü idare etmesini bilmektir. Dahası kendimizin bile iğrendiğimiz, hastalıklı kötü hallerinde hep onlar yanımızdadır. Üstelik çok zor çalışma şartları altında çalışmaktadırlar. Gününüz kutlu olsun. Maalesef bu sayfa siyaset sayfası olmadığı içinde sorunlarınızı daha fazla dile getiremiyorum. O da diğer sayfaları çıkaran gazeteci arkadaşlarımın görevi.
Ben sizlere bu hafta “astım ve alerji” hakkında bilgi vermek istiyorum. Bahar günlerinde özellikle de şehrimizde aşırı polen oluyor. Geçen haftalarda ara sıra yağan yağmur bizi çok rahatlattı. Bu nedenle de çok fazla alerji olgusu görülmekte. Üniversitemizde bu konuda oldukça deneyimli, iki uzman arkadaşım var. Prof.Dr.Hasan Yüksel, çocuk alerji uzmanıdır ve enerjisi, çalışkanlığı ile sadece şehrimizde değil, ülkemizde tanınan, bilinen bir meslektaşımdır. Bizlere çocuklarda astım ve alerji ile ilgili değerli bilgiler verdi. Diğer yandan Doç.Dr.Cengiz Kırmaz’da erişkinlerde alerji uzmanıdır. Her iki meslektaşımda her türlü alerji testlerini şehrimize kazandırarak büyük bir açığı kapatmaktadırlar. Daha 5-10 yıl önce bu tür yakınması olan hastalarımız İzmir’e defalarca gidip gelmek zorunda kalıyorlardı. İki meslektaşıma da sayfama verdikleri değerli katkıları nedeniyle çok teşekkür ederim.
Alerji olayını aynı damlayan bir musluğun altındaki boş bir bardak gibi açıklayabilirim. Damladıkça bardak dolar ancak sadece son bir damladır taşıran. Yıllar içinde hiç alerjiniz olmayabilir ama bu bundan sonra olmayacak anlamına da gelmez. Son bir olay, alerjen bir durum veya madde sizde tetik çekebilir. Bundan sonra vücutta bir takım zincirleme olaylar meydana gelir. Bu burnunuzun damlaması, vücudunuzda çeşitli kaşıntılar ve pembe-kırmızı kabarmalar şeklinde olabilir. Bazen ise çok daha şiddetli olup nefes borunuzu tıkayıp soluk almamızı engelleyebilir ki bu durum acil müdahale gerektirir.
Özellikle bazı ağrı kesiciler veya antibiyotiklerden sonra vücutta kabarma şeklinde alerji olur ki bu durumda kısa sürede bir doktora başvurabilirsiniz. Bazen bir böcek veya arı sokması da alerji yapabilir. Her bir durumda da eğer kişi bilincini yitirmeye başlıyorsa, mantıksız davranıyorsa veya nefes almakta zorluk baş gösterdiyse hemen bir acil servise gitmeli veya 112’yi aramalısınız. Onun dışında bugüne kadar olmadı ama benim gibi sarışın ve açık tenlilerde daha çok görüldüğünden yola çıkarak hep alerjiden korkmuşumdur. Kırda, açık alanda çok bulunduğumuzdan bir böcek veya arı sokması olayına karşın her zaman yanımda alerji merhemi taşımaktayım. Size de “her ihtimal” öneririm. Ne tür, nasıl bir ilaç uygundur onu da doktorunuza danışın lütfen. Ve asla doktor onayı olmadan, bilir-bilmez, “Mehmet amcaya, Ayşe’ye çok iyi gelmiş” gibilerinden aslı astarı olmadan ilaç kullanmamanız gerektiğini de bu vesileyle hatırlatırım.
Bu arada ben hep doğaya yakın yaşamayı yeğlediğim için “Yeni Manisa” bölgesindeki bahçeli evlerde oturdum ve hala da orada yaşıyorum. İğdeler, hanımeliler açtı, mis gibi kokuyor sitemiz. Acaba bunları toplayıp güzel koksun diye evimize koymak alerjiye neden olabilir mi diye düşündüm. Uzmanımız Dr.Cengiz Kırmaz beni ve tabii ki sizleri de bu konuda rahatlattı. Bu tür çiçeklerin polenleri çok iriymiş ve nadiren alerjiye neden oluyormuş. Sizin anlayacağınız güzel çiçeklerimizi koklamaya devam.
Sağlıkta Gündem’i okuyun sağlıklı kalın.

Celal Bayar Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Erişkin Alerji ve İmmünoloji Uzmanı: EN İYİ TEDAVİ KORUNMAKTIR !

Erişkinlerde astım çocuklardan farklı mı?
Erişkin astım ile çocuk astımı arasında esasen çok farklı bulgular yoktur. En önemli bulgu ataklar halinde gelen öksürük nöbetleri diyebiliriz. Hastalarımız öksürük dışında nefes darlığı, hırıltılı solunum, aldığı havanın kendine yetmemesi gibi bulgulardan şikayetçi olmaktadırlar. Bu hastalarımızda çabuk yorulma da önemli şikayetler arasında yer almaktadır. Erişkinlerde ortaya çıkan astımın büyük çoğunlu da aslında çocukluktan kalma olan hastalığının devamı şeklindedir. Bunun dışında daha yaşlı bireylerde ortaya çıkan bir astım türü daha vardır. Biz buna içsel astım ya da alerjik olmayan astım diyoruz. Bu hastalıkta hastalar herhangi bir uyaran olmadan kendiliğinden sıkışma atakları gösterebilirler. İşte bu tür astım çocuklukta başlayan astımdan bu yönüyle farklıdır. Ancak her iki astım türünde de hastalar özellikle hava kirliliği, sigara dumanı, parfüm kokusu gibi uyaranlarla sıkışma gösterebilirler.

Astım nöbetinin belirtileri nelerdir?
Astım gerçekten de nöbetler halinde gelen bir hastalıktır. Nöbetlerin olmadığı durumlarda hastalarımız tamamen normal bir hayat sürerler. Ancak nöbet; özellikle öksürük ve hırıltılı sonulum şeklinde başlar ve giderek artan bir solunum güçlüğü dikkat çeker. Hastalarımız genellikle bu atak ile bir sağlık kuruluşuna başvurmaktadırlar. Ancak hastalığı konusunda tecrübeli olan hastalarımız da kurtarıcı ilaç olarak tabir ettiğimiz ilaçlarla ataklarına ilk müdahaleyi yapabilmektedirler. Alerjik hastalığı tetikleyen bir alerjene maruz kalmak olabilir. Bunun dışında her iki astım tipinde de (alerjik olan ve olmayan) hastalarımız herhangi bir üst ya da alt solunum yolu enfeksiyonu sonrasında atağa girebilirler.

Astım krizi sırasında neler yapılabilir?
Kliniğimizde astım tanılı hastalarımıza hastalıkları konusunda oldukça iyi düzeyde eğitim vermekteyiz. Bu nedenle takibimizdeki hastalarımız atak esnasında ne yapacaklarını çok iyi bilirler. Genellikle bu hastalarımızın yanında kurtarıcı ilaç olarak tabir ettiğimiz fıs-fıs ilaçlar bulunmaktadır. Bu ilaçlardan 2-8 sıkım kadar kullanmaktadırlar. Eğer ateşleri varsa bu durumu yaratan durumun enfeksiyon olduğu akla gelmeli ve hastalar mutlaka doktorlarına başvurmalıdırlar. Bundan sonraki hastalık tedavisini ve takibini de hekimleri ile birlikte yapmalıdırlar.

Evcil hayvanlar astım atağına yol açar mı?
Evcil hayvanlara karşı alerjisi olan kişilerde bu hayvanlarla temas sonrası astım atağı gelişebilir. Ancak bu tür alerjinin var olup olmadığının alerji testleri ile mutlaka gösterilmesi gerekmektedir. Eğer astımlı kişinin bu tür hayvansal alerjenlere duyarlılığı varsa mutlaka bu tür hayvanlardan uzak durmaları ve evlerinde hayvan beslememelerini öneriyoruz.

Hangi beslenme yanlışları astımı tetikleyebilir?
Erişkin çağındaki bir astım ile beslenme arasında pek bir bağlantı yoktur. Ancak yine de raf ömrü uzun olsun diye bolca katkı maddesi ve/veya boya madde kullanılmış gıdalarla beslenme nadir de olsa erişkin alerjik astımlı kişilerde hastalığı tetikleyebilir. Bunun için daha doğal, taze ve kısa sürede tüketilmesi gereken besinlerle beslenmek mantıklı gibi durmaktadır.

Astım hastaları uyudukları yerde ne tür önlemler almalı?
Bazı astımlı hastaların ev tozu akarı dediğimiz ve ev içinde yaşayan böcekçiklerin çıkartılarına karşı alerjileri olabilir. Bu durum da alerji testlerimizle gösterilebilmektedir. Bu kişilerin özellikle yatak odalarında halı, kalın mefruşat, tüylü oyuncak vb. bulundurmamalıdırlar. Yatak örtüleri ve çarşaflarını haftada bir kez değiştirip en az 60 derece sıcaklıkta yıkamalıdırlar. Ev temizliği ve özellikle yatak odası temizliği çok fazla önem arz etmekte olup, gün içerisinde havalandırmaya da dikkat etmek gerekmektedir.

Aşırı hijyenik ortamlar astımı tetikler mi?
Aşırı hijyenik ortamlar anne ve/veya babasında alerji olan çocuklarda ileride alerji gelişmesi açısından bir risk yaratabilir. Erişkinlerde ya da artık alerjik hastalık tablosu oturmuş kişilerin bulunduğu ortamlarda hijyen mutlaka gerekmekle birlikte, bu vakaların da çocukluğunda aslında bir az mikrop almalarını ve bağışıklık sistemlerini güçlendirmek gerekmektedir. Yani alerjik ebeveyni olan çocuklarda hijyen biraz zararlı gibi görünmektedir. Bu çocukların bebekliğinden beri geçirdiği hastalıkların ileride alerji olma risklerini azalttığını bilmekteyiz.

Astımı nasıl tedavi ediyorsunuz?
Astım tedavisi de tüm hastalıkların tedavisi gibi önce iyi bir hasta eğitiminden geçer. Hastaya hastalığı konusunda, korunma yöntemleri konusunda ve olası ataklar konusunda ne yapacağı öğretilmektedir. Bunun dışında hastalık eğer alerjikse ve kişinin şartları uyuyorsa alerjisi olduğu madde ile yapılan aşı tedavisi önemli bir tedavi modelidir. Kliniğimizde bu tedavi oldukça başarılı bir şekilde uygulanmaktadır. Bunun dışında kişilere fıs fıs diye tabir edilen bronş açıcılar veya çok düşük dozda kortizon içeren ilaçlar verilmektedir. Araya giren enfeksiyonlar da mutlaka antibiyotiklerle tedavi edilmektedir. Astım uzun soluklu bir hastalık olup, kişinin tedavisini yıllar boyunca hekimi ile ortaklaşa yürütmesi gereken bir hastalıktır…

Celal Bayar Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Alerji ve Solunum Uzmanı Prof.Dr.Hasan Yüksel: Çocuklarda astım genellikle genetik!

Çocuklarda astım neden olur?
Bir çocukta astım görülmesi için iki temel neden vardır: genetik yatkınlık ve çevresel faktörler. Astım alerjenler tarafından bronşlarda gelişen mikrobik olmayan kronik bir iltihabı hastalıktır. Bu iltihabi sürecin yanında bronşlarda aşırı kasılmaya bir eğilim vardır. Çevresel faktörlerin başında sigara dumanı gelir. Bunun yanında ev içi ve ev dışı hava kirliliği, eğer alerjik duyarlılık varsa yüksek alerjene sahip bir bölgede yaşama, yüksek nem, stresli ortamlar ve benzeri biyolojik olarak zararlı tüm ortamlar astım için çevresel risk faktörüdür. Ayrıca sık ve gereksiz antibiyotik kullanmak, aşırı hijyen kuralları diğer çevresel risk faktörleridir. Kentsel ve batı tarzı yaşam stres yanında, katkı maddeleri içeren beslenme ile birlikte bir çevresel risk faktörü oluşturur.

Anne-baba ve öğretmenler hangi belirtiler olduğunda astımdan şüphelenmeli?
Çocuklarda astımın erken belirtilerinin başında gelen “hışıltı”dır. 6 yaşından önce yineleyen hışıltıları, bronşiolitleri olan çocukların bir kısmında bulgular gerilerken, bir kısmında erişkin yaşta da sürer. Erken doğum, sigara maruziyeti de geçici hışıltı sıklığını arttırır. Ayrıca “alerji ile ilişkili olmayana astım”da vardır. Okul çağında astımı olan çocukların çoğunluğunda ilk 2-3 yaşta hışıltı öyküsü vardır. Sıklıkla bu hışıltılar viral enfeksiyonlarla ilişkilidir. Ayrımın 3 yaşından önce yapılabilmesi oldukça zordur. Astımın ileri yaşlarda devam etmesi açısından en yüksek risk taşıyan grup alerjik olan ve hışıltısı olan çocuklardır. Astımın kalıcı olmasının en önemli belirleyicilerinden biri alerjinin varlığıdır. Özellikle egzersizle artan öksürük tarif eden çocuklarda hele de bulgular uzamış ise astımdan şüphelenmek gerekir.

Astım tanısını nasıl koyuyorsunuz?
Öncelikle çocuk hakkında aileden alınan detaylı bilgi çok önemlidir. Çocuğunun hışıltısının ne zaman başladığı öğrenilmelidir. Bazen bu bilgi bütün laboratuvar incelemelerinden daha değerli olabilir. Örneğin bir anne “her nezlenin çocuğun bronşlarına indiğini” söylemesi ya da bu esnada “göğsünden kedi mırıltısı gibi bir ses duyulması” astımın en kesin bulgularından birisi olabilir. Bundan sonra dikkatle yapılan bir muayene çok önemlidir.

Çocuklarda astım kalıtsal mı?
Astım kalıtsal bir hastalıktır. Bu kalıtsal özelliğe genetik yatkınlık denilir. Kalıtsal özelliğin %40 baba ve %60 anneden geçtiği düşünülmektedir.

Anne sütü astıma karşı koruyucu mu?
Anne sütünün hem astım hem de diğer alerjik hastalıklara karşı koruyuculuğu kanıtlanmıştır. Alınan anne sütü barsak yüzeyinde dışarıdan gelen maddelere karşı alerjik cevap verilmesini engeller. Bu nedenle halk arasında da “anne sütü aşıdır” derler.

Mama ile büyüyen çocuklarda alerjik reaksiyonlar daha mı çok görülüyor?
Bunu söylemek mümkün değildir. Ancak anne sütü ile beslenenlerde astım ve alerjik hastalıklar daha az görülür.

Astımlı çocuklar için önerdiğiniz veya yasakladığınız bitkiler, bitki kürleri/çaylar var mı?
Hayır. Astım ve alerjik hastalıklarda bilimsel olarak etkinliği kanıtlanmış ilaçlar, cihazlar, çevresel korunma ve izlem dışında önerdiğim bir yöntem yok. Olamaz da zaten. Ancak doğal olmayan katkılı besin maddeleri, asitli içecekler, sigara dumanına maruziyet kesinlikle yasaklanmalıdır.

Astımlı çocuğu olanlar evlerinde nelere dikkat etmeli?
Çocuğun astımı kontrol altında ise, grip ya da nezle gibi enfeksiyon dönemlerinde, yaşıtlarının tümünde olabilecek hafif öksürükler dışında gece öksürüklerinin olmaması ya da çok nadir olması gerekir. Öksürük ya da nefes darlığı ile gece uyanmaması ve hırıltı duyulmaması beklenir. Yoğun gece öksürükleri ve gece nefes darlığı ya da göğüste daralma hissi ile uyanma astım atağını düşündürmelidir. Egzersiz dayanıklılığının azalması, egzersiz ile yaşıtlarına göre daha erken yorulma, nefes darlığı ve göğüste sıkışma hissi olması astım kontrolünün kötü olduğunu akla getirir. Dinlenirken öksürük ve hışıltı ise sıklıkla atak dönemlerindeki bir yakınmadır.
Atak durumunda nasıl davranılması gerektiğini, anne ve babaların önceden çocuğun doktoru ile görüşmüş olması ve ilk müdahale konusunda bilgi sahibi olması gerekir. Ağır astım atağında, sağlık kuruluşuna ulaşıncaya kadar olan zamanda ilk müdahaleyi yapabilmeleri ve uygulayacakları rahatlatıcı ilacı tanımaları amacı ile, astım tanısı ile izleme alınan bir çocuğun ailesi ile atak durumunda nasıl davranılması gerektiği ayrıntılı bir şekilde tartışılmalıdır.

Bıldırcın yumurtası gerçekten astıma iyi geliyor mu?
Hayır. Bunun olduğunu gösteren bir bilimsel kanıt yok. Bilhassa yanlış olarak çiğ tüketildiği için zararlı olabilir.

Astımı olan çocuklar spor yapabilir mi?
Astımlı çocukların büyük bir kısmında, özellikle astımları kontrol altında değil ise, spor belirtilerde artışa neden olabilir. Ancak düzenli aerobik egzersiz sağlık açısından yararlıdır ve engellenmemelidir. Egzersiz hastaların belirtileri tedavi ile kontrol altına alındıktan sonra önerilmelidir. Astımlı çocuklar için düzenlenmiş olan egzersiz programları ile hem fiziksel aktivitede, kas koordinasyonunda ve kendine güvende artış olduğu gösterilmiştir. Kazadan korunulan tüm spor faaliyetleri uygundur ama yüzme en idealidir.

Astımlı bir çocuk tedaviyle düzelir mi yoksa ömür boyu kalıcı bir hastalık mı?
Çocuk astımı tedavi edilebilen, tedaviyle tamamen kontrol altına alınabilen bir hastalıktır. Bu açıdan erişkin çağı astımında ayrılır. Çocuk büyüdükçe havayolları gelişir ve astmatik iltihaplanma eğer uygun tedavi şekli ve ideal izlem ile ortadan kaldırılırsa bronşlar normal hale gelecektir. Ancak astımlı çocuk bu büyüme ve rejenerasyon kapasitesinin uygun döneminde teşhis edilmeli ve tedavi edilmelidir. Bunun için “ne zaman?” diye sorulursa, cevap “mümkün olan en erken yaş” denilebilir.
Astım genel anlamda çocukluk çağının hastalığıdır. Bu çocukların çoğunluğunda bronşların büyümesi ve genişlemesi ile ortalama 7-8 yaşlarında bulgular sinsi hale geçer. Ne zaman erişkin hale gelip, çevresel risklere maruz kalınca astım bulguları tekrar geri döner. Bu nedenle, astımın çocukluk çağında tam tedavi edilmesi gerektiği ve bunun mümkün olduğu bilinmelidir.

Normal doğum mu, sezeryan mı?

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Normal Doğum mu Sezeryan mı?

Sevgili Manisalı hemşerilerim.
Bugün “Dünya Ebeler Günü”. Geçen hafta da ülkemizde “ebeler haftası” kutlandı. Bu vesileyle sizlere doğum hakkında bilgi vermek istiyorum. Bir günde her şeyi anlatamayacağıma göre doğum konusunda sadece bir konuyu ele aldım. Uzmanlarımıza “normal doğum mu sezeryan mı” sorusunu yönelttim. Merkez Efendi Devlet Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum uzmanı Dr.Hasan Demirel normal doğum hakkında, üniversitemizden mesai arkadaşım Doç.Dr.Tayfun Özçakır’da sezeryan hakkında sorularımı yanıtladı. Ayrıca hem kliniğimizde çalışan hemşire arkadaşlarıma hem de doğumevinde görevli ebe arkadaşlarıma doğum şekli hakkında kısa sorular sordum. Yanıtlarını orta sütunumuzda okuyabilirsiniz.
Gerek hemşire olsun gerek ebe-hemşirelerimiz çok zor şartlar altında çalışıyorlar. Ayrıca hayata daha çok genç başlıyorlar. Tecrübesizlikleri, hataları olabilir. Ama değişmeyen gerçek, çalışma şartlarının zorluğu… Eskiden yeterli hekim olmaması ve imkanların kısıtlı olması nedeniyle doğum işlevi tamamen ebelerin kontrolü altında gerçekleşirdi. Doğal olarak onorasyonu da onlara ait olurdu. Ortaokul yıllarımda Akhisar’daki kitapevinde yardım ederken babam beni “Ebe Hanım” ile tanıştırmış, kimlerin doğumlarını yaptırdığını tek tek saymıştı. Ayrıca hemen bir kahve hazırlamıştı ona. Sonuçta “saygın” bir meslek idi. Zamanla hastaneler arttı, hekim sayısı çoğaldı ve artık doğum işlemi hastane şartlarında yapılır oldu. Böyle olunca da yükü taşıyan ebelerimiz görünmez oldular. Selçikli köyünde pratisyen hekimlik yaptığım yıllarda hala oralarda köyde doğum olurdu ve ebe-hemşirelerim köylüden saygı görürdü. Gerçi hoş, geçen zamanda maalesef toplumumuz genel anlamda birbirine saygısını yitirdi... Bazen kendi vücudumuzdan, atıklarımızdan hoşlanmıyoruz. Halbuki onlar bizim en kötü, hasta halimizde her türlü çilemizi çekiyorlar. En azından bir güler yüzle “günaydın”ı, bir “teşekkür”ü esirgemeyelim onlardan.
Normal doğum, sezeryan konusuna gelirsek; ben sadece bu konuda değil her konuda “normal, doğal” yoldan yanayım. 3 yıl önce eşime de baskı yapmadım, kendisine bıraktım ama benim düşüncemin normal doğum olması yönünde olduğunu da belirttim. Doktorumuzla birlikte kendiside aynı şekilde düşündüğü için normal doğum oldu. Ben branşım gereği çok taş ağrısı çeken gördüm. Hatta ikisini de yaşayan kadın hastalarıma sorduğumda bu ağrıyı çekmektense elli kere doğururum diyenler çok oldu. Evet biliyoruz ki taş ağrısından daha hafif bir ağrı doğum ağrısı. Ama bunlardan öte sanırım kadınlar o sıradaki hormonların etkisi ile o ağrıyı hatırlamıyorlar. Hatırlanmayan şey yaşanmamıştır. Hafızalarda o mucize olayın bebek gibi bir güzelliği kalıyor sadece. Ben gözümün önünde eşimde bunu gördüm. Şimdi sorduğumda epidural anestezi ile olursa yine normal doğururum diyor. Halbuki o sıralarda bir daha kesinlikle sezeryan olurum diyordu.
Genel eğilim şu yönde; daha önce sezaryen yapanlar genelde yine sezeryanı, normal doğum yapanlar yine aynısını tercih ediyor. Ama ebelerimiz genelde normal doğumdan yana. Hekimlerimize sormadım ama her hasta için, başında 5-6 saat beklemekte kolay değil. Ortalama ayda 20 hastası olan bir hekimin hep hastanede yaşaması anlamına gelir bu. Sanırım ben de doğum uzmanı olsam sezeryandan yana tavır alırdım. Genç kızlar doğumdan korkuyorlar ve sezeryan daha iyiymiş gibi düşünüyorlar. Fakat her iki yöntemde de çocuğun sağlığı açısından bir fark yok. Sonuçta sezeryan bir ameliyat ve tuvalet sorunları veya süt gelmeme gibi problemler ve emzirme sorunları daha çok oluyor gibi geliyor bana.
Benim sizlere önerim, önce eşinizle birlikte tartışın, daha sonra hekiminize sorun. Tıbbi bir sorun yoksa ben olsam normal doğumu tercih ederdim. Yine de son karar annenindir.
Sağlıkta Gündem’i okuyun sağlıklı olun.

Merkez Efendi Devlet Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr.Hasan Demirel: Sezeryan mı, normal doğum mu?

Normal yolla doğum mu yoksa sezaryen mi önerirsiniz?
Bu soruyu önermek şeklinde değil de "normal doğum mu,sezaryen mi" şeklinde sorarsanız; doğum zamanı yaklaşan bir hamilede mutlak sezaryen şartları varsa ki mutlak ve göreceli şartlar bellidir, tabii ki sezaryen öneririm. Ancak bu şartlar, bu haller yoksa hamileyi normal doğuma bırakırım, ya da normal doğumu deneyebilirim. Bu, sezaryen endikasyonu olmayan hamilelerde mutlaka normal doğum olacak anlamına gelmemelidir. Normal doğumun seyri esnasında her an sezaryen gereği ortaya çıkabilir.

Normal doğumun sakıncalı olduğu durumlar nelerdir?
Bu soruya da normal doğumun mümkün olamayacağı haller desek daha doğru olacak sanırım. Ya da sezaryen gereken hallerin varlığına rağmen normal doğumda ısrar etmek diyebiliriz. Başlıcalarını sayacak olursak; önceki doğumun sezaryenle olmuş olması, doğum kanalının (çatı) dar olması, bebeğin sıkıntıya girmesi (fetal distress veya intauterin asfiksi), bebeğin doğum kanalına yan olarak girmeye çalışması (situs transversus), bebeğin doğum kanalına baş yerine makatı ile giriyor olması (makat geliş), bebeğin sonunun önde gelmesi (placenta previa) ve kordon sarkması gibi durumlardır.

Normal doğum kadın cinsel organında genişlemeye yol açar mı?
Normal doğum fizyolojik bir durumdur. Herhangi bir terslik olmadığı taktirde genital kanalda ya da kadın cinsel organında fizyolojik sınırlarda değişmelere yol açar. Bu da herhangi bir fonksiyon kaybı veya probleme neden olmaz. Ancak iyi idare edilmemiş normal doğumlar, ev doğumları, çok sayıda ve sık doğumlar sonrasında fizyolojik sınırlar dışına çıkılabilir ve doğum kanalında gevşemeler ve sarkmalar olabilir.

Bu genişlemeyi önlemek gerekli mi? Gerekliyse neler yapıyorsunuz?
Bir önceki sorunun cevabında belirttiğim gibi genişleme değil de, gevşeme ve sarkmaları önlemek için hastalarımıza doğumlar arası en az 2 yıl olmasını, çok doğum yapılmasının komplikasyon oranını arttıracağını, doğumların mutlaka hastanede yapılmasını, gebelik kontrollerinin ihmal edilmemesini, iyi beslenmenin önemini hatırlatıyoruz. Doğumda gerekiyorsa epizyotomi dediğimiz, doğum kanalının son kısmına yaptığımız kesi ile olası görünür ya da görünmez yırtıkları önleyerek gelecekte olabilecek gevşeme ve sarkmalardan korumayı amaçlıyoruz.

Normal doğum sırasında sorun yaşanırsa ne yapıyorsunuz?
Karşılaştığımız soruna göre değişmektedir. Sorun, doğumun bir an önce gerçekleşmesini gerektirecek türde ise derhal sezaryene başvuruyoruz. Günümüz doğum hekimliğinde forseps ve vakum ile doğumlara pek başvurulmamaktadır. Örnek verecek olursam tahmini doğum gününün bizce yeterince geçmiş olması, doğum ağrılarının yetersiz olması veya hiç olmaması vb) ise tıbbi tedavilere başvuruyoruz.

İlk kez normal doğum yapacaklara bir hekim olarak vermek istediğiniz mesaj var mı?
Öncelikle normal doğum en doğal, fizyolojik bir durumdur. Ortalama 12-14 saat sürer ve çok sabırlı olunması gerekmektedir. Başta doğum ekibi, hasta ve hasta yakınlarının hissedilen ağrıların şiddetinin kötüye gidişin yada herhangi bir hastalığın belirtisi olmadığının iyi bilinmesi gerektiğini, doğumun mutlaka bir doğum kliniğinde (hastanede) yapılmasını, hastanede kendisi ile ilgilenen görevlilerle işbirliği yapılmasının, onlara güvenmelerinin önemli olduğunu hatırlatırım.

Mini Anketimiz: Kadınlarımız Normal Doğum veya Sezeryan Hakkında Ne Düşünüyor?

Evli, genç kadınların düşünceleri:
KK, 28, Ev hanımı…
Bu konuyla ilgili binlerce makale okudum… Ama ne var ki birinin dediğini öbürü çürütüyor. Tabi ki en güzeli normal yolla olmasıdır. Ne de olsa doğal olan sağlıklıdır. Ancak ne var ki ben normal doğumu çok istememe rağmen çok da korkuyorum. Sağlık sorunlarım yüzünden de doktorlarım sezeryan öneriyorlar. O kadar karışık duygular içindeyim ki. Benimle alakası olmasa bile sezeryanla doğum yapacağım için kendimi suçlu hissediyorum.

GA, 26, İngilizce Öğretmeni:
Doğum ağrısına dayanamayacağımı düşünüyorum. Bu nedenle kesinlikle sezeryan düşünüyorum.

Annelerin düşünceleri:
DR, 38, Ebe hemşire:

Daha önce iki kez normal doğum yaptım. Artık bir daha doğum düşünmüyorum. Yine de yapacak olsam normal doğum tercih ederim.

SH, 32, Ebe hemşire:
3 doğum yaptım. Hepsini de normal yolla yaptım. Zaten ilk doğum en zoru, sonrakiler çok rahat oluyor. Hem doğum sonrası hemen ayağa kalkabiliyorsunuz ve bebeğinizle ilgilenebiliyorsunuz.

ZS, 36, Ev hanımı:
3 doğum yaptım. İlk ikisi normal yolla oldu. 3.sünde ise sezeryanla doğum yaptım. Şimdiki aklım olsa oğlumu da normal yolla doğururdum. Sonrasında hem ameliyat yeri ağrılarım oldu hem de tuvalet sorunu yaşadım.

BM, 33, Doktor:
Bir normal doğum yaptım. Doğumdan hemen sonra ikincisinde sezeryan olurum diye düşünüyordum. Ancak insan doğum ağrılarını sonradan hatırlamıyor. Bugünkü düşüncem epidural anestezi olursa yine normal doğum yönünde.

AÖ, 40, Sekreter:
Bir normal doğum yaptım. Oğlum 4 kiloydu ve doğumum çok zor oldu. Bu nedenle tekrar hamile kalsam sezeryan olsun isterdim.

RS, 33, Hemşire:
Diyabet hastası olduğum için doktorum sezaryenle doğum yaptırdı. Bir daha yapacak olsam yine sezaryen isterdim.

FŞ, 31, Hemşire:
İki defa sezeryanle doğum yaptım. Ancak her ikisi de acil idi. Bu nedenle seçme şansım yoktu. Yine de şimdi olsa tekrar sezaryen isterdim.

Manisa Doğumevinde görevli ebelerin durumu:

Yirmiüç ebemiz iki doğum yapmış. Arkadaşlarımızdan üçü ilk doğumlarını normal, ikinci doğumlarını sezeryan yapmışlar. Bir daha doğurcak olsalar epiduralli normal doğumu tercih edeceklerini söylediler.
Onüç arkadaşımız iki doğumunuda sezeryanla yapmış. Yine doğururlarsa sezeryan olacaklarını söylediler.
Yedi tane arkadaşımızın tek çocuğu var ve sezeryan olmuşlar. Bunlardan üçü yine sezeryan, dördü de epiduralli normal doğumu tercih edeceklerini söylediler.
Dokuz arkadaşımız da iki doğum yapmış, ikisini de normal doğurmuşlar, bir daha doğururlarsa gene normal doğum yapacaklarını söylediler. Bir tane ebemizin ilk çocuğu vakumla zor doğum olmuş ona rağmen gene de normal doğumu savundu.

CBÜ Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç.Dr.Tayfun Özçakır: NORMAL DOĞUM MU SEZERYAN MI?

“Sezeryan mı normal doğum mu” diyenler neye göre karar vermeli?
Tıbbi yönden bakacak olursak hem bebek hem anne açısından hangisinin daha sağlıklı olduğu, anne açısından hangisinin daha ağrısız geçtiği ve daha az yara izi bıraktığı, ve komplikasyon riskleri önemli. Ancak bu konularda kendi meslektaşlarımız arasında dahi tartışma konusu ve fikir birlikteliği yok. Genel kural olarak normal doğum yapmasına engel bir durum söz konusu olmayan anne adaylarının normal doğum yapması daha mantıklı gibi görünmekte. Zira sezeryan sonuçta bir ameliyat ve her ameliyat kendine göre bir takım riskleri de beraberinde getirmekte.
Benim kişisel görüşüme göre olayın psikolojik yönü de önemli. Anne adayı üzerinde tüm değerlendirmeler tamamlandıktan sonra doğum yaklaştığında normal doğuma tıbbi yönden bir engel bulunmuyorsa, anne adayının tercihine de saygı göstermek gerekiyor.

Daha önce vajenden ameliyat olmuş kadınlar normal doğum yapabilir mi?
Bu ne tür bir ameliyat olduğuna bağlı. Yapısal olarak doğuştan gelen problemler nedeniyle gerçekleştirilmiş operasyonlar olmuşsa veya anne adayında idrar yolları-vajina, barsak yolları-vajina arasında bizim fistül adını verdiğimiz anormal bağlantılar, kaçaklar varsa doğumu sezeryanle gerçekleştirmek gerekir.

Sezeryan olan kadınlar daha sonra normal doğum yapabiliyor mu?
Teorik olarak mümkündür. Ancak sezeryan sırasında bebeği çıkartabilmek amacıyla rahim duvarı kesildiği için sonraki gebeliklerde bu bölgenin doğum ağrıları sırasındaki gerilmelere-kasılmalara dayanamayıp yırtılma ve şiddetli kanama riski mevcut. Bu riski göze alamadığımız için önceki gebeliklerinde sezeryanla doğum yapan bayanlara takip eden gebeliklerinde de sezeryanla doğum öneriyoruz. Özellikle önceki sezeryanda rahim duvarında yapılan kesi dikey olarak yapılmışsa risk daha fazladır. Günümüzde daha çok yatay kesi tercih edilmektedir. Hangisinin uygulandığını bilebilmek için gebenin daha önceki ameliyat notunu mutlaka hekimine göstermesi gereklidir. Doğum ağrıları beklenenden önce başlamış eski sezeryanlı bazı olgularda, rahim ağzının tam açık olması nedeniyle normal doğum yaptırdığımız olgular da mevcut.

Sezeryan hangi durumlarda zorunludur?
Önceki gebeliğinde sezeryanla doğum yapanlar, bebeğin pozisyon ve duruş anormalliği, annenin çatısı dediğimiz leğen kemiği yapısı dar ise, anne karnındaki bebek sıkıntıda ise, bebeğin eşi (plasenta) anormal yerde bulunuyorsa, örneğin doğum yolunu kapatıyorsa, bebeğin kordonu doğum yoluna sarkmışsa, doğum kanalında yumuşak doku veya komşu organlara ait tıkanıklığa yol açabilecek nedenler bulunuyorsa (tümörler, kanser), annenin doğum yolunda viral enfeksiyonlar varsa bebeğe bulaşma riski nedeniyle veya annenin daha önce rahimden geçirmiş olduğu myom ameliyatı öyküsü varsa sezeryan yapmak gereklidir.

Sezeryande anne ağrı duyar mı?
Doğum gerçekten ağrılı bir olaydır. Hani bir söz vardır, “doğum sancıların mı tuttu” derler. Ancak teknoloji buna da çözüm buldu diyebiliriz. Epidural anestezi (belden uyuşturma) ile anne adaylarının çoğu doğum ağrılarını hissetmeden konforlu bir şekilde doğumu gerçekleştirmekte. Artık birçok merkezde epidural anestezi başarıyla uygulanabilmekte. Epidural anestezi sezeryan sırasında da uygulanabilmekte. Böylece anne hem bebeğini doğar doğmaz görebilmekte hem de ameliyat sonrası nispeten daha az ağrı duymakta. Ameliyat sonrasında gaz sancısı, ameliyat yerinde ağrı-hassasiyet hissetse de bu sorunlar kolayca giderilebilmektedir.

Verilen anestezinin bebeğe veya süte zararı var mı?
Eskiden yapılan birkaç çalışmada epidural anestezi sırasında verilen bazı anestezik maddelerin yeni doğan bebekte sarılık geliştirme olasılığını arttırdığına yönelik ifadeler mevcuttu. Ancak daha sonraki çalışmalar bunun doğru olmadığını gösterdi.
İkinci bir husus, özellikle genel anestezi ile yapılan sezeryanlarda bazen bebeğin doğurtulma süresi uzarsa bebekte solunum depresyonu dediğimiz geçici bir uyku hali, geç kendine gelme durumu ortaya çıkabiliyor. Bu durum da çoğunlukla geçici bir durum ve bebek kısa sürede normale dönüyor. Bunların dışında anestezinin bebeğe veya süte bir zararı bulunmuyor.

Sezeryanla doğan bebeklerde sık rastlanılan bir hastalık veya bozuklu var mı?
Sezeryan işleminin kendisine bağlı olarak bebekte yukarıda söylediğimiz durumların dışında anormal bir hastalık gelişme olasılığı söz konusu değil. Genel olarak sezeryan veya normal doğum ile doğurtulmuş bebekler arasında bebek ölüm oranları istatistiksel olarak farksız diyebiliriz.

4 Mayıs 2010 Salı

20 Ocak 2010 Tarihli Sağlıkta Gündem: KATARAKT

KATARAKT: Çözüm Cerrahi

Sevgili Manisalı hemşerilerim,
Geçen hafta beyaz baston körler haftası nedeniyle göz sağlığını ve körlüğe en çok neden olan hastalıkları sizler için araştırdık. Yoğun ilgi olması ve sayfamızdaki yer kısıtlılığı nedeniyle önemli körlük nedenlerinden biri olan ve sık görülen kataraktı bu haftaya bıraktım.
Katarakt terimi Yunanca katarraktes (şelale) kelimesinden gelmektedir, çünkü o yıllarda kataraktın beyinden gelip lensin önüne akan kıvamlı bir sıvı olduğu sanılıyordu. Ancak günümüzde biliyoruz ki katarakt, lensin (göz merceğinin) saydamlığının azalmasıdır. Lenste çok küçük bir lekeden lensin tamamen buz camı görüntüsü almasına kadar uzanan her türlü opasiteyi (kesifliği) kapsayan bir terimdir.
Bu hafta katarakt hakkında sorularınızı Devlet Hastanesi Göz Hastalıkları uzmanımız Dr.Hülya Deveci yanıtladı. Katarakt tedavisi ile ilgili sorularınızı ise yine aynı hastaneden Dr.Fehmi Anıl yanıtladı. Her iki uzmanımıza da çok teşekkür ederim.
Günümüzde kataraktın en iyi tedavisinin halk arasında “lazerli tedavi” olarak bilinen “FAKO” olduğunu biliyoruz. Bu ameliyat hakkındaki bilgileri de Merkez Efendi Devlet Hastanesi Göz Hastalıkları uzmanı ve sevgili eşim Dr.Bilge Müezzinoğlu yanıtladı. Sizler adına hepsine çok teşekkür ederim.
Tüm duyu organlarımız çok önemli. Ama sanıyorum ki görmek hepsinin bir adım önünde yer alıyor. Etrafımızı algılamada en önemli fonksiyonların başında geliyor. Tabii ki hastalıkları bu kadar değil. İnşallah ilerleyen haftalarda diğer göz hastalıkları ile ilgili sorularınızı uzmanlarımız yine yanıtlayacak.
Haftaya konumuz “Göğüs Cerrahisi”. Çoğu zaman biz hekimlerin bile karıştırdığı, tam olarak hangi hastaların başvurması gerektiğini bilemediğimiz bir uzmanlık alanı. Manisa’daki her 3 hastanemizde de bu konuda çok deneyimli uzmanlarımız var. Haftaya sizlere bu uzmanlık dalını, hangi hastalıklarla ilgilendiklerini tanıtmaya çalışacağım. Çok zor ve önemli anlarda hayatımızı kurtaran bu hekimlerimizi daha yakından tanıyacağız.
Bu arada “Sağlıkta Gündem” sayfasının sizlerle buluşmasını sağlayan gazete yöneticilerimize, her hafta benimle söyleşilere katılan foto muhabirimiz Erol beye, yazıları derleyen Hülya hanıma ve tabii ki bu sayfayı bu şekilde mükemmel bir görsellikte hazırlayan Nuri beye çok teşekkür ederim. Uzmanlarımıza zaten her yazımda teşekkür ediyorum. En büyük teşekkür de siz okuyucularımıza…
Özellikle merak etiğiniz ve araştırmamı istediğiniz konuları göndermeye devam ediniz. Merak etmeyin sırayla hepsini araştıracağım.
“Sağlıkta Gündem”i takip edin, sağlıklı kalın.

Manisa Devlet Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Dr.Hülya Deveci: Katarakt görme keskinliğini azaltır

Katarakt nedir ve nasıl oluşur?
Katarakt, göz içi merceğinin saydamlığını yitirmesidir. Bunun birçok nedeni vardır. En sık görülen ilerleyen yaşa bağlı gelişen şeklidir. İleri yaşta ortaya çıkan bu kataraktın nedeni mercek içindeki bazı dengelerin bozulması, protein ve eski hücrelerin birikmesi ve dışarı atılamamasıdır.
Ayrıca şeker ve tiroid bezi hastalıkları, tansiyon yüksekliği, şişmanlık, sigara ve içki bağımlılığı gibi problemler de katarakta neden olmaktadır. Ayrıca uzun süreli ultraviyole ışınlarına maruziyet de katarakt nedenleri arasındadır. Gözün bazı hastalıkları ve enfeksiyonları da katarakta neden olmaktadır.
Kortizon ve bazı ilaçların uzun süreli kullanımı C vitamini eksikliği de nedenler arasındadır. Göze künt veya delici travmalar da katarakta neden olmaktadır.
Bir grup katarakt da doğuştan görülmekte bunların bir kısmının nedeni bilinmezken bir kısmı da anne karnında geçirilen enfeksiyonlar veya kalıtsal nedenlerle gelişirken bir kısmı da Down sendromu gibi bazı sendrom ve hastalıklarla beraber görülmektedir.

Kataraktın belirtileri nedir?
Katarakt görme keskinliğini azaltır. Farklı katarakt tiplerinin görme keskinliğine etkileri değişiktir. Bir kısmında özellikle ışıkta ve yakına bakışta görme azalırken bir kısmında başlangıçta yakın görme iyi olup uzak görme bozulmaktadır. Hatta başlangıçta gelişen miyopiye bağlı yakın görme düzeldiğinden kişiler durumlarından çok da şikayetçi değillerdir. Ancak katarakt ilerledikçe uzak görmede olduğu gibi yakın görme de bozulur.
En sık yakınmalardan birisi ışıkta göz kamaşmasıdır. Ayrıca tek gözde çift görme de önemli belirtilerdendir.

Katarakt hastalığını nasıl teşhis ediyorsunuz?
Önce hasta şikayetleri dinlenir. Her iki gözde görme keskinliği düzeyine bakılır. Cihazlarla hastanın gözünün ön ve arka kısmının muayenesi yapılır. Hastaların gözbebeği özel damlalarla büyütülerek ayrıntılı muayene yapılır. Ayrıca gözün arka kısım muayenesinde sinir tabakası da incelenerek hastanın ameliyattan fayda görüp göremeyeceği anlaşılır. Katarakt yoğunluğu nedeniyle ışık ile arka kısmın görülemediği durumlarda ultrason ile muayene yapılır. Ayrıca göz içi basıncı ölçümü ile glokom varlığı araştırılır.
Bebeklerde göze ışık düşürüldüğünde normalde sinir tabakasından kaynaklanan kırmızı yansımanın kaybolduğu hatta dışarıdan bakıldığında da fark edilebilen, gözbebeğinin ortasında beyaz renk görünür.

Katarakt iki gözde birden mi ortaya çıkar?
Genellikle iki gözde birden ortaya çıkar. Ancak kataraktın yoğunluğu benzer olmakla beraber bir gözde diğerinden daha az veya daha çok olabilir.
Tek gözde görülen kataraktlar ; künt veya delici travma, üveit, gece körlüğü gibi bazı göz hastalıkları beraberliğinde, gözbebeğini küçülten damlaların uzun süreli kullanımı ve bazı doğumsal katarakt tipleridir.

Katarakt hangi yaşlarda görülür?
Bebeklerde dahil olmak üzere her yaşta insanda görülebilir. Orta yaşlarda nadirdir. Yaş ilerledikçe sıklığı artar. 50-59 yaş arasında olanların %65’i, 80 yaş üzerinde olanların hepsinde kesiflik bulunur. Fakat bu kesiflik görmeyi her zaman kayda değer bir şekilde bozmayabilir.

Manisa Devlet Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Dr.Fehmi Anıl: Katarakt Nedenleri

Katarakt kimlerde en sık görülüyor?
Katarakt genelde bir yaşlılık hastalığı olarak bilinir. Kataraktlı hastaların % 90’ından fazlası 60 yaşın üzerindedir. Daha az oranda olmak üzere her yaş grubunda görülebilir.

Katarakt nasıl oluşuyor?
Katarakt, oluşum nedenlerine ve yaşa göre 4 grupta incelenir:
1.Yaşa bağlı katarakt: Katarakt en sık yaşlanmaya bağlı olarak ortaya çıkar. Bilinen bir sebebi olmamakla birlikte beslenme, ultraviole ışınları, sigara ve çeşitli çevresel etkenler gibi risk faktörleri oluşumda rol oynayabilir.
2.Doğumsal katarakt: Bebekler ve çocuklarda görülen kataraktlardır. Gebelikte ilaç kullanımı, annenin gebelikte geçirdiği hastalıklar, akraba evliliği ve metabolik hastalıklar sebep olabilir.
3.İkincil katarakt: Her yaşta görülebilir. Şeker hastalığı, hipertansiyon, böbrek hastalığı gibi sistemik hastalıklarda; glokom, üveit gibi göz hastalıklarında ortaya çıkabilirler. Ayrıca kortizon gibi bazı ilaçların uzun süreli kullanılması katarakta yol açabilir.
4.Travmatik katarakt: Her yaşta görülebilir. Göze gelen künt darbeler veya delici yaralanmalar katarakta neden olabilirler.

Kataraktın tedavisi nedir?
Kataraktın tedavisi cerrahidir. Cerrahi dışında tedavi yöntemi yoktur. Kataraktı durduran veya gerileten bir ilaç halen bulunamamıştır. Gözlüğün kataraktın gelişiminde ve ilerlemesinde bir etkisi yoktur.

Kimlere tedavi gerekir?
Kataraktı belirli bir seviyeye gelmiş, görme fonksiyonu etkilenmiş ve bozulmuş kişilere tedavi gerekir.

Her Katarakt Tespit Edilen Kişiye Ameliyat Gerekir mi? Ne zaman ameliyat gereklidir?
Bebekler ve çocuklarda görülen kataraktların teşhis edildiğinde en kısa zamanda ameliyat edilmesi gereklidir. Bunun dışındaki kataraktlar ise günlük yaşam aktivitelerinde kısıtlamaya neden olduğunda cerrahi tedavi düşünülmelidir. Gazete okumak, araba sürmek, televizyon seyretmek gibi işlerin katarakta bağlı görme kaybı nedeniyle istenildiği gibi yapılamadığı durumda kataraktın tedavisinin düşünülmesi gerekir. Katarakt ameliyatı acil bir ameliyat değildir. Muayene sonucunda göz doktoru ve hasta konuşarak ameliyat zamanı planlanabilir.
Ancak göz tansiyonuna neden olan bir katarakt veya şeker hastalarında lazer tedavisini engelleyen bir katarakt ileri derecede görme şikayeti yapmasa da alınmalıdır.

Katarakt Ameliyatı Yapılmazsa veya Çok Gecikilirse Ne Olur?
Eskiden ameliyat için kataraktın olgunlaşması beklenirdi. Günümüzde bu geçerli değildir. Kataraktın olgunlaşmasından önceki dönemde ameliyatı daha kolay ve iyileşme daha çabuk olur. Tedavinin gecikmesi kataraktın daha da sertleşmesine neden olur. Bu durumda ameliyat daha zor ve problemli olabilir.
Ayrıca ameliyatın gecikmesi veya hiç ameliyat edilmemesi durumunda katarakt gözde tansiyon artışı yani glokom ve göz içi iltihabı yani üveit gibi göz hastalıklarına yol açabilir.

Merkez Efendi Devlet Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Dr.Bilge Müezzinoğlu: FAKO-Lazerli göz ameliyatı

FAKO ameliyatının özelliklerini anlatabilir misiniz?
“Fako” tekniği halkımız arasında genellikle “lazerle katarakt ameliyatı” veya “dikişsiz katarakt ameliyatı” olarak biliniyor. Bu teknikte dikiş olmadığı için ameliyat sonrası iyileşme daha hızlı ve astigmatizma en düşük düzeydedir. Dikiş yoktur çünkü tüm ameliyat sadece 2-3 mm genişliğindeki kesiden yapılır. Katarakt, yani kesifleşmiş, saydamlığını yitirmiş göz merceği ultrason dalgaları veren bir cihaz ile küçük parçalara bölünür ve emilerek vücut dışına alınır. Yerinde bırakılan arka kapsül üzerine katlanabilir göz içi lensi yerleştirilir. Bu ameliyatta kullanılan mercekler de dikişli katarakt ameliyatında kullanılan merceklerden farklıdır. Hangi teknikle olursa olsun katarakt ameliyatından sonra eğer hasta uzağı gözlüksüz tam görecek şekilde ayarlanmışsa, yakını gözlüksüz göremeyecektir. Fako ameliyatından sonra kişiye uygun yakın gözlüğü genellikle 3. hafta civarında verilebilir.

Bu ameliyat sırasında kişi ağrı duyar mı?
Katarakt ameliyatı genel, lokal (yerel uyuşturma) veya topikal anestezi (damla ile uyuşturma) ile yapılabilir. Çocuklarda, kulağı iyi duymayanlarda, çok endişeli- heyecanlı kişilerde genel anestezi tercih edilir. Diğer durumlarda lokal anestezi yani iğne ile göz çevresine ağrı hissini giderici ilaç enjekte edilmesi tercih edilir. Fako ameliyat tekniğinde eğer hastamız uyumlu ve sakin ise lokal anesteziye de gerek yoktur. Göz damla ile uyuşturularak ameliyat yapılabilir.

Ameliyat Ne Kadar Sürüyor?
Ameliyat süresi fako tekniğinde genelde 15-30 dakika civarındadır. Ancak çok beklemiş ve sertleşmiş kataraktlar, travma sonucu oluşmuş kataraktlar, gözbebeği yeterince genişlemeyen gözler gibi durumlarda süre biraz daha uzayabilir.

Ameliyat Sonrası Bakım Nasıldır?
Hastaya katarakt ameliyatı olması gerektiği söylendiğinde, genelde bakım için kimin bulunacağına dair bir endişe oluyor. Ancak bilinenin aksine katarakt ameliyatından sonra hiçbir yardımcıya gerek yoktur. Damla ile anestezi yapıldığı için hasta ameliyattan hemen sonra bile özel bir bakıma ihtiyaç duymaz. Tek yapılması gereken damlaların saatinde damlatılmasıdır ve kişi bunu kendisi kolaylıkla yapabilir.
Ameliyat sonrası bakım hekimler arasında farklılık gösterebilmektedir. 1 gün kalmayı öneren hekimler olduğu gibi aynı gün taburcu edilmesi de söz konusu olabilir. Eğer aynı gün taburcu olunduysa ameliyat sonrası birinci günde hekime mutlaka kontrole gelmek gereklidir. Ben hastalarıma ameliyat sonrası erken dönemde kesi yerini dış darbelerden korumak amacıyla, önceleri hem gece hem gündüz, sonraları da sadece geceleri olmak üzere koruyucu bir göz şildi (kalkan) kullanmalarını tavsiye ediyorum. Ayrıca ameliyattan sonraki erken dönemlerde fazla eğilmemeleri, yorucu egzersiz yapmamaları, gözlerini ovuşturmamaları, kabız kalmamaları ve aşırı öksürmemeleri de önemlidir. Banyo genellikle 1. haftada göze su ve sabun kaçırılmadan rahatlıkla yapılabilir.

Katarakt ameliyatı sonrasında kontroller ne sıklıkta yapılıyor?
Ameliyat sonrası dönemde hekimin önereceği antibiyotikli ve kortizonlu göz damlaları iki-üç hafta, bazen daha da uzun süreyle kullanılır. Hekimler arasında ufak tefek uygulama farkları olabilmekle beraber, ameliyat sonrasında hastalarımızı genellikle 1. gün, 1. hafta ve 1. ayda kontrole çağırmaktayız. Bu kontroller hem ameliyata bağlı olabilecek problemleri erken teşhis etme, hem de gerekiyorsa nihai gözlüğün verilmesi için gereklidir.

Ameliyat sonrası her hasta iyi görebiliyor mu?
Katarakt ameliyat sonrası görmeyi etkileyen çeşitli durumlar vardır. Örneğin katarakt olan gözde ambliyopi (göz tembelliği; çocukluktan bu yana az görme), göz tansiyonuna bağlı göz sinirinde ve kataraktın arkasında görme merkezinde hasar varsa katarakt ameliyatı kusursuz bir şekilde yapılsa bile görme açısından fayda sağlamayabilir. Bu nedenle ameliyat kararı verilmeden önceki muayene çok önemlidir. Katarakt dışında hiçbir hastalığı olmayan bir gözün, ameliyatı da iyi yapılmış ise evet iyi görmemesi için hiçbir sebep yoktur.
Ancak hastalar tarafından zaman zaman yanlış anlaşılan bir durum da ameliyattan sonraki yakını görememe durumudur. Katarakt, başlangıç aşamasında yakını gözlüksüz göremeyen hastalarda bazen yakını gözlüksüz olarak görebilmelerini sağlar. Ancak bu yalancı bir iyileşmedir. Çünkü bu aşamada aslında uzağı görme azalıyordur, zaten bir süre sonra da hasta yakını gözlükle dahi görememeye başlayacaktır. İşte bu yalancı iyileşme döneminde hasta katarakt ameliyatı olduğunda, ameliyattan sonra hasta yakını göremez ve bu durumu ameliyatın kötü gittiğine yorar. Böyle bir şey söz konusu değildir. Katarakt ameliyat olan herkes, uzağı tam görecek şekilde mercek numarası ayarlanmışsa, yakını gözlüksüz göremeyecektir. Ameliyattan sonra yakını gözlüksüz görebilenler aslında uzağı gözlükle çok daha iyi görebilecektir.